Hostelde biraz dinlendikten sonra arkadaşımız Soppa ile buluşmak için Freedom Square'e (Barış Meydanı) doğru yola koyulduk. Soppa'yı İstanbul'da tanımıştık, can dostum Müge'nin arkadaşı olarak Engin'de 10 gün kalmıştı. Blogta da bahsettiğim Bir Yaz Gecesi'nde o da bulunuyordu.
Soppa ile buluştuktan sonra yemek için mekan aradık lakin festival yüzünden adım atacak yer yoktu. Sonra Soppa ve arkadaşı Theo bizi, tenha bir sokakta bulunan tabelası sökülmüş bir bara götürdü. İçerisi Jimi Hendrix, Beatles gibi efsanelerin fotoğraflarıyla doluydu ve 90'lar rock parçaları çalıyordu. Bir köşede bir Commodore 64 duruyordu ve Mario Bros açıktı, isteyen oynasın diye. Bu ilginç mekanı iki orta yaşlı kadın çalıştırıyordu. Yani Türkiye'de pek benzerine rastlayamayacağınız bir mekandı, gayet de hoştu. Soppa'nın bir sürü arkadaşı da bizim masada oturdu lakin bizimle pek muhatap olmadılar. 2-3 saat orada oturduk, ben 2 tost yedim, yerel bir bira daha denedim, bu seferki daha sertti.
Oradan çıkınca hostelimize döndük. Hilal çay demledi, yoldan aldığımız ama pek beğenmediğimiz keki yedik. Ben lobide Ordu'yu tanıtan Türkçe-İngilizce bir kitap buldum, kim bilir kim bırakmıştı oraya, adı da 'O2'nun Yurdu - Ordu'ydu.
Sabah biraz daha dinlenmiş uyandık. 1 civarında yine Soppa ile bulaşacaktık ama öncesinde biraz ddolaşmak istedik. Hostelin yakınında yerel bir pazar bulduk. İki adımda bir mangalları yakmışlar domuz şiş satıyorlardı. Meyve, pestil, vb şeyler satılıyordu. Sonra bir köprüyü geçerken bir bit pazarına rastladık. Çok garip şeyler satılıyordu: Otel terlikleri, abaküs, eski anahtar kilitleri, eskimiş madalyalar, ... Otel terliği ile abaküsü alan çıkıyor mu diye merak ettim.
Tuttuğumuz yol bizi yine Freedom Square'e çıkarırken yol üstünde şekerli hamur işi alıp mobil kahvaltımızı ettik. Sonra da dondurmacıya gidip birer dondurma aldık.
Soppa ile buluşunca şehrin ana caddesinde yürümeye başladık. Parlementonun, opera binasının, teknik üniversitenin, posta merkezinin, konser salonunun önünden geçtik. Hemen hepsi, komünizmde devletin üstünlüğünü hatırlatan görkemli yapılardı. Yorulunca otobüse binerek devam ettik.
Bir yerde başka bir otobüse daha binerek rakım aldık biraz ve bir mesire yerine ulaştık. Ortalık cıvıl cıvıl kalabalıktı. Küçük konserler, çocuklar için çeşitli oyunlar, küçük otantik köy kulübeleri vardı. Asıl garibimize giden, her yerde, meyvesinden etinden şarabına kadar yemek açıkta ve bedavaydı. Soppa, önce halka açık bir etkinlik dedi ama sonra öğrendik ki belediye çalışanlarına özel bir etkinlikmiş ve davetiye gerekiyormuş ama biz arada kaynamışız. Canımıza minnet, karnımızı doyurduk, şarabımızı içtik, etrafı gözlemledik.
Ordan çıkıp yine merkeze indik. Bu sefer Tiflis'in eteklerine yayıldığı dağın tepesindeki parka çıktık. Bu düzenli ve daha çok çocuklara hitap eden park, ücretsizdi ama içindeki dönme dolap ve rollercoaster için para vermeniz gerekiyordu ama biz onlara binmedik. Parkta biraz yürüdük, Tiflis'e tepeden baktık, gerçekten çok geniş olduğunu gördük (umduğumuza göre). Sonra ağzına kadar kalabalık bir otobüsle aşağıya indik ki oturmama rağmen başımdaki üç velet hiç rahat vermedi, sağ olsunlar.
Merkezde, yine yemek için yer aradık ama her yer yine doluydu. Soppa sonunda bir tavernaya götürdü bizi. Türkiye'de hiç gitmemiştim, artık gitmedim demem. Dönen ışıklarıyla, şantörüyle ve garip dekoruyla pavyondan hallice bir mekandı ama gayet aileler gelmişti. Hatta çocuklarıyla gelen iki kadın vardı. Bu olabildiğince garip ortamı gözlemlemek fena halde ilginçti. Bir de bir kadınla iki erkek durmadan şantöre para verip şarkı çaldırıyordu ve dans ediyorlardı. Bir şarkıyı tam 3 kere çaldırdılar ki Soppa ve arkadaşı Theo çıldıracaktı.
Yemeğe gelince o, enteresan bir şekilde iyiydi! Önce tavuklu bir çorba içtim. İçinde tavuğun kemiklerini de koymuşlardı, etleri çorbaya tiftilmişti. Bol sarmısaklı bu çorba enfesti. Çok beğendim. Sonra da peynirli bir hamur işiyle peynir rendeli mantar geldi ortaya. Burası biraz daha fiyatlıydı, 5 kişi için (Soppa ile Theo çok az yedi) 80-90 tl arası ödedik.
Ardından merkezde biraz daha turladık. Yine modern köprüden geçtik. Yanındaki parkta, festivalin son etkinlikleri yapılıyordu. Ufacık bir amfide elektronik müzik şovu yapılıyordu, diğer tarafta da bir çeşmedeki sular belli bir düzenle fışkırtırıp üzerine bale gösterisi yansıtılıyordu. Oturacak yer çok azdı. Pazar gecesi olmasına rağmen, insanlar her yerdeydi. Soppa kendisinin de şaşırdığını, normalde hiç böyle olmadığını anlattı. Herhalde insanlar yazdan kalma son günün keyfini yaşıyorlardı.
Biraz orada vakit geçirince Soppa'lara veda ederek hostelimize döndük, o gece orada uyumayacaksak da. Hostel bahçesinde parti vardı. Hostel sahibesinin kızının doğumgünüydü. Bizi de ısrarla masaya oturttular. Pasta, şarap ve meyve çoktu. Masada biraz vakit geçirdikten sonra bir kanepeye çöküp azıcık uyumaya çalıştık. En azından ben çalıştım, Engin ile Hilal direkt uyudu. 2 buçukta taksi hostele gelip bizi havaalanına götürdü. Uçağa binmeden kalan son 'lari'lerimizle de şarap aldık birer tane, evde içmek için.
Böylece keyifli bir haftasonu geçirmiş olduk. Gürcistan gibi normalde pek seçeneklere girmeyen bir ülkeyi gözlemledik. İyi de oldu. Olabildiğince rahat takılan, her adımda sigara içen (kapalı mekanlarda serbest), arkadaş canlısı oldukları oldukça belli olan Gürcüleri tanıdık. Komünizm döneminin ve onu izleyen iç savaşın izlerini taşıyan, bu dönemleri atlatıp Batı'ya açılmaya çalışan ve daha çok değişecek olan Gürcistan'da iki gün böylece geçti. Yol dostlarım Engin ve Hilal'e saygılar, bizi gezdiren Soppa ve Theo'ya da çok teşekkürler! (Many thanks to Soppa and Theo who show us around in Tbilisi!)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder