17 Nisan 2008 Perşembe

Mezun Olurken...

“İTÜ MAKİNA FAKÜLTESİ” Bir Temmuz günü kapısından girdiğim binada bu tabela vardı. O zamanlar benim için ne ifade edeceğini de bilmiyordum. Tercih yapmadan önce bir görmek istiyordum. Hoş, büyük, haşmetli, karanlık. Sanırım aklıma gelen ilk kelimeler bunlardı.

Peki beni bu binaya getiren neydi? ÖSS puanı mı? Zannetmiyorum. Bir kağıt parçasındaki rakama göre mi okul seçiliyor? Sanırım biraz özeleştiri yapmalıyız. Maddi hayatın kuralına göre hareket eden dişlilere benziyoruz. Bizi önemli kılan çevrim sayımız mı? Komik. Nasıl bu hale geldik? Nasıl koyunlar misali sürü takip eder olduk. Hayattaki tek amacımız karın doyurmak. “Aşk karın doyurmuyor!” cümlesi mottomuz olmuş, hababam çalışıyoruz. Aşk derken salt karşı cinse duyulan duyguyu kastetmiyorum. Hayata olan aşkı, heyecana duyulan aşkı, sanata karşı olan aşkı da anlatmak istiyorum.

Hayat işte. Seni götürdüğü yer hiç belli olmuyor. Seçtiğini zannediyorsun ama öyle olmadığını anlıyorsun. Mesela ben İstanbul’da daha entelektüel bir ortam bekliyordum. İnsanlar cafede oturup şarap içerken kitap konuşacak, filan falan. Yok öyle bir şey abicim. İnsanlar gayet kahvede king ve pişpirik atıyor. İnsanlar İstanbul’un büyüklüğünden yakınıyor lakin herkes aynı yere gidiyor. Sonra da İstiklal neden çok kalabalık? Peh! Kalamış Parkı’na giden kaç öğrenci vardır acaba? Yada Rumeli Feneri’ne?

Haydi sosyal hayatı bir kenara bırakalım. Bu çürümüş hayatta zaten kim ya da ne sağlam kaldı ki? Herkeste bir başıboşluk, umursamazlık, kolaycılık. “Günaydın” demeyi evde unutanlar, “Çok yaşa!” demeyi rahatsızlık (veya çıkarcılık) sananlar. Arabalı erkek peşindeki kızlar, bir gecenin derdindeki erkekler. Maddiyat beklentisi, paradan da çıkmış; insan vücuduna yapışmış, vıcık vıcık.

Ya eğitim sistemi? 3 saatlik sınav bile ülkedeki en adil sistem. Hiç olmazsa optik okuyucuya para veremiyorlar. Bir şekilde üniversiteye giriyorsunuz ve şok! 2. liseye hoş geldiniz. Sizden beklenen derslere gidip ortalama yapmanız. Kulüpmüş, etkinlikmiş, gösterimmiş, ne gerek var? Düşüneceksiniz de ne olacak? Ülkeyi mi kurtaracaksınız? İhtilal mi yapacaksınız? Haşa! Otur, ödevini yap, sınavına çalış. “Bizim zamanımızda okul 6 gündü, çocuklar! Ancak sinemaya gidebilirdik.” Bir sorum var, hocam. Ne ara, 3 tane ihtilal yapıldı bu ülkede? Pazar günleri mi?

Dersini çalış, okulu bitir, bir işe gir, annenin bulduğu kısmetle evlen. Bizden beklenen budur. Bizim ne istediğimiz mi? Bizim için düşünen kepçe ile, düşüneceksin de ne olacak? Bu kapitalist dünyada her şey, sen doğmadan belirlenmiş. Uymazsan da toplum dışına itiliyorsun.

Böyle bir dünya bizi bekliyor işte. Okuldan mezun olunca içine dalacağın deniz yansımalardan ibaret. Birkaç yakamozla karşılaşırsak ne ala. Çünkü hava her zaman bulutlu, ha yağdı ha yağacak. İşin kötüsü, okulda gördüğümüz hayat, bunun çok küçük bir kısmı. Gerçek hayatımızda değil sosyal hayat, normal hayatımız olmayacak; geriye kalan 3-5 dakika içinde bizden beklendiği üzere evlenip, çoluk çocuğa karışacağız ve bir ömür böyle geçecek. Sonra, günün birinde geriye bakıp şöyle diyeceğiz: “Ben ne zaman mezun olmuştum yahu?”

‘İTÜ MAKİNE FAKÜLTESİ’: 2 ay içinde mezun olurken çıkacağım kapıda asılı tabela. İçimdeki duygu tamamen nötr. Eksiler artıları götürüyor ve ben fakülteme karşı bir sıfır hissediyorum. Güldüğüm, eğlendiğim, hayatımı etkileyecek anlar oldu. Sıkan, eziyet eden, kendinden nefret ettiren anlar da. Belki bu duyguların sorumlusu fakülte değil, benim de hatalarım var. Yine de bu sıfır duygusu beni üzüyor, 5 yılı boşa geçirdiğimi anlatıyor sanki. Belki haksız da sayılmaz.

Şu anda tek merak ettiğim, belli bir yıl sonra arkama dönüp baktığımda fakülteme karşı ne hissedeceğim. İlkokulum gibi boş bir sayfa mı, lisem gibi şükranla andığım bir parıltı mı?

1 yorum:

neco dedi ki...

Ellerine sağlık Artun. İşin derinine inersek yaşadığımız hayata şükretmek gerektiğini görürken, malesef çok da geride kalmış olduğumuzu görüyorum. Güzel bir yazı teşekkürü borç bilrim sana... Yetkililere de duyrulur...