26 Eylül 2010 Pazar

The American

Son derece kısır bir yıl geçiriyoruz. Giderek azalan sinemaya gitme isteğimiz, bu kısırlıkla birleşince ortaya sektör açısından vahim bir tablo çıkıyor. Hasılatların azalması, üretimin azalması demek; o da yaratıcılığın azalması demek. Çünkü nicelik düştükçe, riske girme ihtimaliniz ve dolayısıyla nitelik de düşüyor. Inception'ı 2010'un zirvesine yerleştiren bu, tam olarak. Riske giren film bulan izleyici ona tapıyor artık çünkü bunu yapan film neredeyse yok artık.

Türkiye'de Eylül 2010 programına bakan bir sinemasever, durumu zaten kavramıştır. Koca ayda izlenebilecek sadece 2 film bulunuyor (Machete'yi sayan varsa 3 olur): The American ve I Killed My Mother. Bugün ilkine gittim. Açıkçası fazla risk aldığını söyleyemeyiz ama gayet kaliteli bir film olduğu apaçık ortada.

Bir tetikçi/silah ustasının İtalya'daki inziva günlerini izliyoruz. Senaryo gayet tahmin edilebilir ama iyi oturmuş. O yüzden de bu kısmı direkt geçerseniz iyi edersiniz. Çünkü The American senaryosuyla ve benzeri yan unsurlarla değil, gösterdikleriyle ön plana çıkmayı tercih ediyor.

Müzik videosu geçmişini filmde sonuna kadar kullanıyor Anton Corbijn. Atmosferi iyi oturtmuş. Işığı iyi kullanmış. Çerçeveleri kusursuz. Ama daha önemlisi mekanı (klişe tabirle) karakter haline getirmeyi başarmış. Tetikçinin yaşadığı stresi, giderek artan bunalımı; İtalyan köyünün daracık sokaklarıyla çok iyi yansıtılıyor. Labirenti andıran sokaklar, tetikçinin çıkışsızlığını ve giderek tükenişini diyaloglara gerek duymadan yansıtıyor. Böylece George Clooney'in sağlam performansıyla da izlerken keyif alınan bir yapıma dönüşüyor.

Ayrıca kadın oyuncusu Violante Placido ile de beni oldukça etkilediğini belirtmeliyim. Bu kusursuz fiziğe sahip İtalyan kadını beni izlerken bayağı mest etti. Ama asıl şoku annesinin kim olduğunu öğrenince yaşadım. Başka bir kusursuz İtalyan fiziği de annesidir ve benim favori filmimde oynamıştır (hatta filmin sevdiğim bölümlerinin birkaçında) ki sırf bu film için Sicilya'ya gittiğimi söylersem bazılarınız anlar hangi film ve kim olduğunu (anlamayanlar IMDB'ye baksın).

Normal bir sezonda sadece dikkat çekici bir yapım olabilecekken böyle bir yılda ismi oldukça zikredilen bir filme dönüşecek. Gerçekten de 2010 yılı içinde paranızı rahatlıkla harcayabileceğiniz sayılı filmden biri.

Oyuncular: George Clooney, Violate Placido, Johan Leysen, Thekla Reuten, Paolo Bonacelli - Görüntü Yönetmeni: Martin Ruhe - Müzik: Herbert Grönemeyer - Senaryo: Rowan Joffe (Martin Booth'un 'A Very Private Gentleman' adlı romanından) - Yönetmen: Anton Corbijn - ***1/2

20 Eylül 2010 Pazartesi

5x2 - Evlilik Üzerine

Artık yaş kemale ermeye başladı ya, evlilik konusu daha çok gündeme geliyor artık. İstemesem bile karşıma çıkıyor pat diye. Artık umursamıyorum lakin daha fazla düşünüyorum "Evlilik nedir?", "21. yüzyılda evlilik nasıldır?", vs...

Dün François Ozon'un 5x2'sini izledim. Gösterime girdiğinden beri bildiğim, kah izlemekten vazgeçtiğim kah izlemem gerektiğini hissettiğim bir filmdi. Sonunda izlemekten memnun kaldığımı söylemeliyim. Ama harika bir film olduğundan değil. Gayet izlenebilir ama çok da aham şaham olmayan bir film.

Filmin olayı, modern evliliğe gayet tarafsız bakabilmesi. Bu açıdan, önem arz ettiğini bile iddia edebilirim. Çünkü kim ne derse desin, 'evlilik' artık hiç de eskisi gibi değil. 20-30 yıl öncesinin ataerkil yapılı evliliklerinin tarihe karıştığını söyleyebilir. Tabii, bunu toplumun belli bir kesmi için söylüyorum. Diğer türlü "Ya yüzde %58 hayır kim dedi?" diyen gruba katılırım ki hiç niyetim yok.

Film, bir evliliğin 5 önemli aşamasını tersten gösteriyor. Önce çiftin boşanmasını izliyoruz. Sonra sırayla farklı düşünceler beslemeye başladıkları günü, oğullarının doğumunu, düğünlerini ve en sonda da tanıştıkları günü seyrediyoruz. Ama her birinde normalden farklılıklar göze batıyor, bizim bildiğimiz evliliklere ne kadar benzese de önce, sahnelerin sonunda farkları görüyoruz.

Aslında sorun, bizim normali tanımımızdan kaynaklanıyor. Nedir normal bir evlilik? Flört dönemi, evlenme süreci, düğün, gerdek, balayı, birbirine alışma, çocuk, ..... Bu mudur yani? Her evlilik ille de böyle olmak zorunda mıdır? Yoksa toplum bize bu kalıpları uymaya mı zorluyor?

Mesela filmde, çiftimiz normal bir süreçten geçiyor gibi. Gayet eğlenceli bir düğünle evleniyorlar mesela. Otelde yukarı çıkıyorlar. Gerdek vakti. Gelin banyoya soyunmaya gidiyor. Bir geliyor ki adam uyumuş. Bir detay ama önemli bir detay. Arkadaşlarımla birkaç kez konuşmuşluğum vardır. Düğün günün, inanılmaz yorulacaksın, bir de üstüne ilk seferinde (gerçi artık azaldı ama) performans göstereceksin. Terli bir vaziyette, bitap halde. Ama toplum senden çarşafta kan istemez mi?

Bana kalsa çözüm basit, ikisi de uyur, günlerin sonu gelmiyor ya. Ama çoğunluk böyle düşünmüyor, hele Türkiye'de. Bu da toplumda yabancılaşmayı, farklılaşmayı ve daha önemlisi güvensizliği doğuruyor. Birbirine güvenmeyen kişiler, çift olmaya çalışıyor, evlenmeye, yuva kurmaya çalışıyor. Önceleri -mış gibi yapılıyor. Düğün istenmese de karşı taraf ister deyip yapılıyor en ufak örneği. Ödünler verildikçe kişiliğinden uzaklaşıyor birey ve o birey, hasbelkader, bir yerde karşılık göremezse çöküş başlıyor. Bu sefer o ödünler bir sorunlar yumağı olarak önünüze düşüyor ve o yumağı her fırlattığınızda yuvarlanıp, büyüyüp geri dönüyor. İşte o zaman dönüşü olmayan yola giriliyor. Eskiden kadın o yumağı, kendi aleyhine hasır altı ederdi. Artık yok öyle bir şık ki doğrusu da bu.

Filmin 3. bölümünde doğum sırasında adamın hastaneye gitmemesi bunun yalın bir örneği. En sonunda gittiğinde işim vardı, diyebiliyor ama karısına karşı sadece. Ya kendisi? Kendisi o yalana inanabiliyor mu?

5x2, durup düşünmemiz için önemli kelamlar ediyor, fazla göze sokmadan. 21. yüzyıl toplumunda bireyi, onun karşı cinsle ilişkisini, bunun ona getirisini göstermeye çalışıyor sadece. Nutuk atmaya çalışmadan veriyor, gerekli yerleri biz dolduralım istiyor. Çünkü her birimiz farklıyız ve ilişkilere bakış açımız da farklı.

Filmi izlerseniz, boşanma ve nikah sahnesine dikkat etmenizi isteyeceğim. Çok önemli bir detayı vurguluyor Ozon bu sahnelerde. Benim de dikkatimi 1 yıl önce çeken çok enteresan bir detaydır.