26 Ağustos 2011 Cuma

Biraz da Müzik!

Ne zamandır müzik hakkında yazmıyorum. Biraz da son zamanlarda dinlediğim türlerden, şarkıcılardan ve müzik olaylarından bahsedelim. Aralara da streamler koyup keyiflenelim.

  • Gürol Ağırbaş adını duyanınız azdır. Kendisi bu ülkenin yetiştirdiği en iyi müzisyenlerdendir. Kaliteli albümlerin, şarkıcıların arkasında onun adını görebilirsiniz. Ağırbaş, son birkaç yıldır ilginç bir proje yürütüyor: Köprüler projesi, batının ünlü şarkılarını Türk ezgileriyle harmanlayıp enstrümantal olarak yorumluyor. Bu projenin 3. ayağı geçtiğimiz kasımda piyasaya çıktı. Ben de böylece haberdar oldum. 'Köprüler 3 - Beyazperde' albümü, dünyada sevilen 10 ünlü film müziğini Türk ezgileriyle birleştiriyor. Ortaya çıkan albüm, son derece ilginç, benzeri olmayan ve keyifli. Bazı şarkılar öne çıkıyor tabii. The Last of the Mohicans Theme ile The Scent of Woman'ın ünlü tangosunu bir de bu albümde dinlemelisiniz.


  • Bunun dışında Türk müziği hızlı şekilde çökmeye devam ediyor. 2011'de çıkan albümler arasında dinlemekten keyif aldıklarım bir elin parmaklarını geçmiyor: Model - Diğer Masallar, Peyk - İçimdeki İz, Nilüfer - Nilüfer'le 12 Düet, Melis Danişmend - Daha Az Renk ve Aşk Tesadüfleri Sever Film Müzikleri




  • Bir de albümü olmayan bir gruptan bahsedelim. Alternatif müziği takip edenleri onları çok iyi biliyor zaten. Büyük Ev Ablukada, çok ilginç ve 'alternatif' kelimesinin hakkını sonuna kadar veren bir müzik yapıyor. Şu an sadece internetten dinleyip konsere gidebilirsiniz.



  • Yabancılarda da yeni çıkanları pek takip etmiyorum aslında. Lady Gaga'nın son albümü gayet güzel. Adele'in son albümü de yine çok iyi, daha önce dinlememiş olanlar bu sese mutlaka kulak vermeli. Soundtrack albüm olaraksa Sucker Punch OST'yi tavsiye ederim.




  • Ayrıca Globus'u dinlemenizi tavsiye edeceğim. Kendilerim film fragmanları müzik/şarkı yapıyorlar. Bazıları çok iyi oluyor. Hatta 'Preilator' adlı şarkıları nefes kesen güzellikte.




  • Son olarak Amy Winehouse'a değinelim. Bu kadar güzel bir sesin, bu kadar iyi bir söz ve müzik yazarının bu kadar genç ölmesi çok üzücü. Sebebi ne olursa olsun (son olarak uyuşturucu olmadığı anlaşıldı), böyle bir sanatçının arkasından mantıksız yorumlarda bulunmak çok küstahça. Yonca Evcimik neyse de, Sertab Erener'in "Daha zeki olmasını beklerdim." demesi beni Sertab adına çok üzdü. Demek ki kendisi 'zeki olma'yı piyasa işi yapmakla bir tutuyor. Valla şu anda ben Türkiye'de Amy gibi bir kadın sanatçı olduğunu düşünmüyorum. Kendini sadece sanata veren, diğer tüm piyasa oyunlarına karşı çıkan kaç kişi tanıyorsunuz? O yüzden bazı cümleleri kurarken insan kendisine bakmalı önce! Yazının son şarkısı da Amy'den gelsin, ilk albümden 'Stronger Than Me':


25 Ağustos 2011 Perşembe

Somali ve PKK Bombalamaları Hakkında

Tatile çıktığım günlerde bir Somali sevdası almış başını gidiyordu. İnsan ne yapacağını şaşırıyor inanın. Gülse mi, ağlasa mı? Başbakan ve heyeti yanına işkadınları, işadamları ile Nihat Doğan, Ajda Pekkan, vb. şarkıcıları almış, Somali'yi ziyaret etmişler, bu mübarek Ramazan ayında. Zaten erdem olarak nitelendirilen bazı eylemlerin, Ramazan ayına özel yapılması can sıkarken (diğer 11 ayda erdemli olmaya gerek yok zaten!) bu işe, hiçbir günahı olmayan küçücük çocukların alet edilmesi fazlasıyla iç karartıyor.

Dünya tarihini azıcık yakından takip eden biri, Somali'deki olayların son 1 yıla özgü olmadığını, 20 yılı aşkın süredir dünyanın gözü önünde olduğunu ve hatta Batılı ülkelerin toksik atıklarını dökerek ve tüm balıklarını (yasak olan) büyük ağlarla yakalayarak buradaki kıtlığı ve sağlık krizini katmerlediğini bilir. Bu konuda, Bant dergisinin Temmuz-Ağustos 2011 sayısında harika bir yazı bulunuyor. Hatta son yıllarda ortaya çıkan ve bizim gemilerimize de musallat olan Somalili korsanlar bahsettiğim bu sorunlar yüzünden ortaya çıkmıştır. Oraya gidilmesinin asıl sebebi kim bilir nedir, çıkarmak için uğraşamayacağım ama milliyetçi/Türkçü/vatanperver geçinen insanların, ülkede yardıma muhtaç nice çocuk (hatta insan) varken Somali'ye yardım etmesi düşündürüyor?

Somali'de günü kurtarıp birkaç bin dolar para verip birkaç çocuk evlat edinmek yerine sorunun köküne inip barışı sağlamak ve diğer ülkelerin Somali topraklarına ve deniz sahasına saygı duymasını sağlamak çok daha erdemli bir davranış olmaz mı? (Pardon, Somali'de ne petrol ne de maden olmadığını unutmuşum!)

*****

Ben 91'de okula başladım. En yakın arkadaşlarımdan biri, şehit oğluydu. Her hafta şehit haberleri haberlerin ilk dakikalarını doldururdu. Birkaç ayda bir, ordu operasyon düzenleyip PKK hedeflerini tam 12'den vururdu.

Aradan 20 yıl geçti. Hükümetler değişti, komutanlar değişti, televizyon değişti, şehit haberleri hala aynı. İşin ilginci, hala PKK hedeflerini tam 12'den vuruyoruz. Anlayan varsa beri gelsin?

23 Ağustos 2011 Salı

Neden Türk Dizisi Seyretmiyorum?

Türk dizisi seyretmemek, kimileri için özünü inkar etmek, kimileri içinse elitist olmakla eşdeğer. Ben bu iki yaklaşımı ve hatta yapılan diğer mesnetsiz yaklaşımları da reddediyorum. Çünkü ortada ciddi bir anlayış eksikliği var bence.

Bir kere şunu belirtmem gerek, dilediğiniz kadar ‘entel’ yaftası yapıştırın bana ama kendimi standart bir Türk insanından farklı görüyorum. Bu, bir aşağılama değildir, öyle bir hakkı kendimde asla görmedim, görmeyeceğim de. Ama yetiştiriliş tarzımdan (İngiliz sistemiyle orta okul, Amerikan sistemiyle de üniversite okudum, tamamen Türkiye sınırları içinde olmama rağmen!) ve bunun getirdiği bakış açısı farklığından (ki bundan son derece memnunum) standart bir Türk insanından farklı düşünüyorum, çoğu konuda. Televizyona ve içindeki ürünlere bakış açım da bu açıda.

Yaklaşık bir yıl sonra, ilk defa oturup tamamen bir Türk dizisi seyrettim. Esas sebebi, diziyi yazan ve yönetenin bir İTÜ mezunu olmasıydı. Benimle aynı havayı teneffüs etmiş birinin, bana yakın bir şeyler yazacağını düşündüm. Kısmen de haklı çıktım, benim de, herkes gibi, diziyi fark etmemi sağlayan ‘İTÜ Makine’deki Bıyıklı Kızlar’ caps’i* çok ses getirdi. Ardından da diziyi incelediğimde teknik ekibin iyi olduğunu, oyuncu kadrosunun da Öner Erkan, Tülin Özen, Erdal Tosun, Erkan Can gibi sevdiğim oyunculardan olduğunu gördüm. Başladım 1. Bölümden izlemeye. Ben daha 8’deyken dizinin 13. bölümde final yaptığını öğrendim. Dün de o bölümü izledim. Dizinin adı Üsküdar’a Giderken, bazılarınızın tahmin ettiği gibi.

Dizi konseptinden önceleri memnun kalsam da ilerledikçe daha da saçmalamaya başladığını fark ettim. Bazı yerler gerçekten komik ve iyi bağlanmış olsa da (absürd komedi sevmediğimden olsa gerek) saçmaladığı yerlerde oldukça sıkıldım ki bölümleri reklamsız izledim ve dizi, normal bir Türk dizisinden gayet kısaydı, 1 saati biraz aşıyordu.

Sonra dizide sevmediğim tüm unsurların, Türk dizilerinin genel sorunu olduğunu fark ettim. Bu yüzden de bir liste ile durumu açıklamaya karar verdim:

1) Diziler, dizi konseptine uygun yazılmıyor: Dizi konsepti, anlatmak istediğin hikayeyi, uzun zamana yayarak anlatma biçimidir. Ama bu zaman, önceden bellidir. Yoksa senin hikayenin giriş-gelişme-sonuç bölümleri ya olmaz ya da tüm bölümler birbirine girer ve ortaya acayip bir şey çıkar. Bizim Türk dizilerimiz aynen böyledir, ucube gelişme ve sonuç bölümleri bulunur, zaten giriş diye bir şeyden habersizdirler. [Üsküdar’a Giderken, besbelli 13 bölüme göre ayarlanmamış bir dizi, bunun sonuçları son 3 bölümde gayet belli oluyor.]
2) Süreleri çok uzun: Bu problemin herkes farkında ama problemin (şimdilik) çözümsüzlüğünün farkında değiller. Bununla ilgili eski bir yazım bulunuyor. Ama olay şu: Zaten belirsiz bir ömrü olan, dolayısıyla geleceği olmayan bir hikaye yazıyorsun, bir de bunu uzatmak için gereksiz karakterler, gereksiz olaylar ve gereksiz diyaloglar ekliyorsun. Senaryonun içi tamamen boşalıyor. [Buna her diziden sürüyle örnek verilebilir, Üsküdar’a Giderken’de Selçuk ve Külhan karakterleri güzel iki örnek.]

3) Konu basiretsizliği: Bu, ya tutmuş bir konudan nemalanmak istenmesinden kaynaklanıyor ya da akla bir şey gelmemesinden. 1. şık kapitalizmin engellenemez bir koşulu ama 2. şık bariz bir tembellik. Türkiye gibi kültürler beşiği ve her an aktif bir ülkede nasıl konu sıkıntısı çekiliyor anlayamıyorum. Bu madde, ana konularda geçerli olmasa bile yan konularda mutlaka kullanılıyor. 2. Maddenin getirdiği bir sonuç olarak da çıkıyor.

4) Anlatım tekniği basiretsizliği: Üsküdar’a Giderken bu konuyu animasyonlarla biraz atlatabilmişti ama sona doğru olan bölümlerde, parasal sıkıntıdan olsa gerek, animasyonlar tamamen bitti. Tüm diğer Türk dizileri bu sorunu çekiyor çünkü ekonomik ve zaman kısıtı bulunuyor. Boşuna riske ve yatırıma girmek istenmiyor. Klasik çekimle tüm dizileri çekiyorlar. Hal böyle olunca, gayet sıkıcı ve basit planlar seyrediyorsunuz. Buna senaryonun zayıflığı da eklenince dizi, 2-3 bölüm sonra sizi (en azından beni) soğutuyorlar.

*: Caps, bir film, dizi, vb. görsel yayının bir bölümüdür.

16 Ağustos 2011 Salı

Edirne Gezisi - 3. Kısım: Selimiye Cami ve Dönüş Yolculuğu

Edirne gezisinin üçüncü ve son yazısı bilerek gecikti. Çünkü biraz fotoğraf eklemek istedim. Onlar da geç kalınca ertelendi bayağı. En son Karaağaç'tan dönerken Japon gezgin Kohey'i arabamıza almış, Edirne merkeze dönüyorduk. Devam edelim:

Aracı uygun bir yere park ederek Filiz'in yoğun isteği üzerine tavuk döner yemeye gittik çarşıda. Et döner varken tavuk olanı hiç beni cezbetmez, Filiz en iyi tavuk dönerin Edirne'de olduğunu ısrarla savunsa da ben farkını bulamadım. Ucuza karın doyurma yemeği işte, 3 tl'ye içecek dahil kalkıyorsunuz.

Ardından hep beraber Selimiye'ye gittik. Mimar Sinan'în ustalık eseri olan, şehrin her tarafından mutlaka görünebilen bu göz kamaştırıcı mimari esere kelimeler yetersiz. Hakkında anlatılan onlarca rivayet bile büyüsünün yanında sönük kalıyor. Mimar Sinan, sanırım Osmanlı'da gerçek manasıyla sanatını icra edip karşılığını görebilen ve yapıtlarına hala değer verilen nadir dehalardan.

Selimiye çıkışında Engin'in arkadaşı Martı Uçtu bizi karşıladı. Adı üzerinde gezgin bir martı kendisi. Gezdiği yerleri de benim gibi kendi blogunda anlatıyor, okuyabilirsiniz.

Sonra kendisinin önerisiyle gayet şirin bir bara oturduk. Biraz dinlendik, sıcaklığımızı dindirdik. Enginler Kırkpınar'ın son güreşlerini görmek için kalktılar. Ben, otobüsüme az vakit kaldığından ve o kalabalığa girmek istemediğimden barda kaldım. Martı, Hilal ve Esma ile biraz daha oturduk.

Kalkınca eve döndük kızlarla. Hilal'in annesi yine mükellef bir sofra hazırlamıştı. Ama az vaktim olduğundan ana yemekten bir tabk yedikten sonra kalktım. Bahriye Teyze'ye teşekkürlerimi sundun.

Kızlar bana terminale kadar eşlik ettiler, onlar 2 saat sonra bineceklerdi. ben Anadolu tarafına geçtiğimden daha erkene almıştım. Tam otobüsler kalktığında, Enginler de geldi, uzaktan el salladım.

Yolculuğun ilk 2 saati kitap okuyarak geçti. İstanbul'a daha 60-70 km varken trafik başladı, o andan itibaren kitap okumanın anlamı kalmamıştı zaten. Müziği taktım kulağıma, trafiği takip ettim. Hafta sonu Trakya'ya giden halk, evine geri dönüyordu. Trafik iyice can sıkıcıyken, otoban gişesinde otobüsün OGS'sinin olmadığını anlamak tam bir düş kırıklığıydı. Nilüfer Turizm, bir ilki daha başararak İstanbul seferi yapan otobüsüne en önemli donanımlardan birini sağlamıyordu! Kendilerini buradan bir kez daha kutluyorum, bir daha binmem herhalde.

Otobüs beni Ataşehir'e bırakacakken, seferin rezaletini ve trafiği göz önüne alarak Esenler'de indim. Metro-metrobüs (2 tane)-otobüs dörtlüsünü kullanarak 11.30 gibi evime vardım, gayet yorgun ve terli bir halde.

Toparlarsak, çok memnun kaldığım bir gezi oldu. Hilal ve ailesine bir daha en içten teşekkürlerimi sunarım. Türkiye'nin eşsiz güzellikteki başka bir köşesini daha görmüş oldum, önemli bir spor/kültürel etkinliğe katıldım ve dünyanın en önemli mimari eserlerinden birini dünya gözüyle seyreyledim.

Gezilerim tabii devam edecek. Şu an kesinleşenler, ekimde Tiflis ve ocak başında Hatay. Ama onlardan önce başka gezi yazıları okuyabilirsiniz. Beni takip edin!