Edirne gezisinin üçüncü ve son yazısı bilerek gecikti. Çünkü biraz fotoğraf eklemek istedim. Onlar da geç kalınca ertelendi bayağı. En son Karaağaç'tan dönerken Japon gezgin Kohey'i arabamıza almış, Edirne merkeze dönüyorduk. Devam edelim:
Aracı uygun bir yere park ederek Filiz'in yoğun isteği üzerine tavuk döner yemeye gittik çarşıda. Et döner varken tavuk olanı hiç beni cezbetmez, Filiz en iyi tavuk dönerin Edirne'de olduğunu ısrarla savunsa da ben farkını bulamadım. Ucuza karın doyurma yemeği işte, 3 tl'ye içecek dahil kalkıyorsunuz.
Ardından hep beraber Selimiye'ye gittik. Mimar Sinan'în ustalık eseri olan, şehrin her tarafından mutlaka görünebilen bu göz kamaştırıcı mimari esere kelimeler yetersiz. Hakkında anlatılan onlarca rivayet bile büyüsünün yanında sönük kalıyor. Mimar Sinan, sanırım Osmanlı'da gerçek manasıyla sanatını icra edip karşılığını görebilen ve yapıtlarına hala değer verilen nadir dehalardan.
Selimiye çıkışında Engin'in arkadaşı Martı Uçtu bizi karşıladı. Adı üzerinde gezgin bir martı kendisi. Gezdiği yerleri de benim gibi kendi blogunda anlatıyor, okuyabilirsiniz.
Sonra kendisinin önerisiyle gayet şirin bir bara oturduk. Biraz dinlendik, sıcaklığımızı dindirdik. Enginler Kırkpınar'ın son güreşlerini görmek için kalktılar. Ben, otobüsüme az vakit kaldığından ve o kalabalığa girmek istemediğimden barda kaldım. Martı, Hilal ve Esma ile biraz daha oturduk.
Kalkınca eve döndük kızlarla. Hilal'in annesi yine mükellef bir sofra hazırlamıştı. Ama az vaktim olduğundan ana yemekten bir tabk yedikten sonra kalktım. Bahriye Teyze'ye teşekkürlerimi sundun.
Kızlar bana terminale kadar eşlik ettiler, onlar 2 saat sonra bineceklerdi. ben Anadolu tarafına geçtiğimden daha erkene almıştım. Tam otobüsler kalktığında, Enginler de geldi, uzaktan el salladım.
Yolculuğun ilk 2 saati kitap okuyarak geçti. İstanbul'a daha 60-70 km varken trafik başladı, o andan itibaren kitap okumanın anlamı kalmamıştı zaten. Müziği taktım kulağıma, trafiği takip ettim. Hafta sonu Trakya'ya giden halk, evine geri dönüyordu. Trafik iyice can sıkıcıyken, otoban gişesinde otobüsün OGS'sinin olmadığını anlamak tam bir düş kırıklığıydı. Nilüfer Turizm, bir ilki daha başararak İstanbul seferi yapan otobüsüne en önemli donanımlardan birini sağlamıyordu! Kendilerini buradan bir kez daha kutluyorum, bir daha binmem herhalde.
Otobüs beni Ataşehir'e bırakacakken, seferin rezaletini ve trafiği göz önüne alarak Esenler'de indim. Metro-metrobüs (2 tane)-otobüs dörtlüsünü kullanarak 11.30 gibi evime vardım, gayet yorgun ve terli bir halde.
Toparlarsak, çok memnun kaldığım bir gezi oldu. Hilal ve ailesine bir daha en içten teşekkürlerimi sunarım. Türkiye'nin eşsiz güzellikteki başka bir köşesini daha görmüş oldum, önemli bir spor/kültürel etkinliğe katıldım ve dünyanın en önemli mimari eserlerinden birini dünya gözüyle seyreyledim.
Gezilerim tabii devam edecek. Şu an kesinleşenler, ekimde Tiflis ve ocak başında Hatay. Ama onlardan önce başka gezi yazıları okuyabilirsiniz. Beni takip edin!
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder