4 Mayıs 2008 Pazar

Nisan Ayı Film Dökümü

Nisan ayı her zamanki gibi İstanbul Film Festivali’ne endeksliydi. Geriye kalan vakitlerde de ya eğlenceli şeyler izledim, Jaws misali; ya da festivalde bilet almadıklarımı bulup izledim. O yüzden yoğun bir yazı olacak. Hadi bakalım.

Önce festivalden hareket edelim. Ex-Drummer çok farklıydı. Konu garip, işleniş garip, oyuncular garip. Bir başkaydı. Farklı bir tat için kesinlikle izlenmeli fakat her mideye göre değil.

The Other Boleyn Girl kostümlü, ağdalı dramaların tipik bir örneği. Yeni bir bakış açısı getirmiyor sadece dönemi anlamak açısından dikkat çekici. Filmden sonra son yıllarda İngiltere’de artan milliyetçilikle birlikte I. Elizabeth’in önem kazandığını duydum. Filmde de anlatılan annesi!

Haneke’den hoşlanmam ama çevremde o kadar Funny Games US geyiği döndü ki bile bile izledim. Yok, abi, Haneke bana ters! Ama adam harbi harika bir yönetmen. Yiğidin hakkı yenmez!

Rahatlamak için ve son zamanlarda dönen derin devlet geyiğini demokrasi kalbinde görmek için The Bank Job’u izledim. Bana bir İngiliz aksiyonu nasıl çekilir diye sorsanız cevabımda bu film kesinlikle anarım. İzlettiriyor kendini, bir derdi var ama bir şeyler de eksik. Ne deseniz, net cevap veremem ama hissediliyor. Oyuncular da çok BBC etkisinde. Keyfi bir film olmuş.

Reservation Road dikkate değer bir film ama çok çabuk unutulacak. Halbuki çok daha fazlasını hak ediyor. Konu çok dikkat çekici ve önemli. Performanslar nerdeyse kusursuz. En önemlisi filmin rejisi çok iyi, Terry George derdini harika anlatıyor. Ama bir intikam filmi de daha yukarı çıkamaz. 6 ay önce The Brave One’ı alkışlamıştık ama o film, bunun yanında yavan kalıyor.

Street Kings’i sırf Hugh Laurie için izledim. Öyle bir kadrodan böyle bir film. Alkışlamak lazım yönetmeni. Çok bayattı. Hele Keanu Reeves kahraman ayaklarına yatmıyor mu, filmi yarıda bırakmamak elde değildi.

The Kite Runner’ın derdi belli. Afganistan’a insanca bakmaya çalışıyor. Ama bir batılının gözünden bunu ne kadar başarılı yaptığı meçhul. Müzikleri hoş. Uçurtma sahneleri çok güzel ama bu da yeni bir şey anlatmıyor. Demek istediğim filmdeki olaylar salt Afganistan’a özgü değil. Bu tarz filmlerde daha yerele inebilmek lazım. Bu arada Marc Forster neyin peşinde ya? Adamın filmografisinde ne ararsanız var. Son filmi de Bond’un son macerası.

Ha, bugün bir de arkadaşım izlerken Recep İvedik’e göz attım. 20 dakikadan sonrası sağlığınıza zarar. Olmadık şeye gülmeye başladım, anında kendi bilgisayarıma döndüm. Kabus gibi.

Hiç yorum yok: