1 Haziran 2008 Pazar

Bir Hafta Böyle Geçti

“Haftanın sonu

Bir nakarat gibi!”

Diyor Pinhani. Her ne kadar kulağa mantıklı gelse de, aslında mantıksız. Çünkü asıl nakarata benzeyen, birbirinin kopyası olan hafta içleri. Hafta sonları ise birbirinden farklı olaylara gebe. Bir yere gidersiniz, tatil olabilir; piknik olabilir; müze, sergi, konser olabilir; tanıdığınız size gelir; düğün olur; ek bir işiniz olur; vs. Her hafta böylece farklılaşır.

Bu hafta da öyleydi. Son final haftası olması sebebiyle çalışarak geçirdim haftayı. Pazartesi günkü Gölet pikniğini saymazsak perşembeye kadar çıkmadım denilebilir. Boş zamanlarda da kitap okudum, film izledim, Across the Universe’ün ses kayıt albümünü keşfettim. Bir de fason bir şirketten aldığım iş teklifi vardı, tabii ki kabul etmedim.

Perşembe ilk sınav vardı. Okulda yine geyik oldu bolca. Tipik bir sınav günüydü. Asıl Cuma günü bombaydı. Sabah 5’te kalktım. Bir yandan notlara çalışırken, diğer yanda Lost’un son bölümünü aradım durdum. 7 gibi linkler verildi, hızla indirdim. İndirme bitince de hızla okul yoluna düştüm. 9.30’da sınava girdim, berbattı, kalmam inşallah.

Neyse, sınav sonrası biraz geyik yaptım, yemek yedim, balo listesiyle uğraştık. Sonra Şerocum ile İTÜ Vakfı’na yapılan bir ziyaretten sonra evine gittik. Lost’u izledik. Final bölümüydü ama eski finaller kadar etkili değildi, bazı şeyleri çözdü ama adanın ‘move’ yapması akıllara sezaydı. Dizi bitince yemeğimizi yedik: Birer ekmek kokoreç, hayvani doyduk.

Ardından viski şişesini açıp sohbet ede ede bitirdik, çok hoştu. Sabah erken kalkmak için 1’e gelirken yattık, güzel bir uyku çektik.

Sabah 9’da Kabataş’taydık. EPGİK Ada Pikniği kafilesine katıldık. 1,5 saatlik vapur yolculuğu sonrasında Büyükada’da indik. İskele’den sonra sağdaki yolu takip ederek piknik yerine 40 dakikalık tempolu bir yürüyüşle ulaştık. Bol geyik yapıldı, mangal yandı, yemek yendi, yakan top oynandı. Güzel eğlendik kısacası. Dönüşte de biraz yorucu olsa da aynı rotayı izleyerek Kabataş’a geldik. Ardından ben direkt yurda gelip yıkandım. Üstüne yemek yerken A Guide to Recognizing Your Saints filmini izledim. Güzeldi valla, hayata değişik bir açıdan bakıyordu, en önemlisi kadrosu efsaneydi. Ardından da internette dolaştım biraz. Yattığımda saat 1’i çoktan geçmişti, akrep 2’ye varıyordu.

Pazar sabahı ferahtı, tüm gün ferahtı aslında. Gazetelere göz attım, piknik fotoğraflarını facebook’a yükledim, anneannemi ve teyzemi aradım. Bu arada Engin durmadan oda toparlayıp, bir şeyleri bir yerlere taşıdı. Saat 9 oldu, hala dışarıda. Osman geldi bir ara, tez geyiği yaptık. Onlar ayrılırken ben takımımı kuru temizlemeye vermek üzere İstinye Park’a gidip geldim. Geldiğimde kaynım gurulduyordu. Yemek eşliğinde John Cusack’ın son filmi Grace is Gone’ı izledim. Etkileyici bir melodramdı. Beğendim, çok sade olsa da. Ardından, internet, yazı ve sohbet üçlüsü arasında gidip geldim. Saatler 9.19’u gösterirken ben hala yazıyorum. Engin gelse de Özsüt’ten aldığım tatlıyı yesek.

Hiç yorum yok: