1 Haziran 2011 Çarşamba

The Wire: Gerçekçilikte Sınır Tanımayan Dizi

Hayat hakkında iyimser olduğumu söyleyemeyeceğim. Hatta bazı arkadaşlarıma göre sinir bozacak kadar kötümserimdir. Hayatta, iyiler pek kazanmaz, ya da kısa vadede kazanmaz. Ama görünürde genelde kötüler kazanır. Çünkü fiziksel olarak gücü elinde bulunduran genelde kötülerdir. (Aslında saf 'kötü' diye de bir şey yoktur, sadece diğer insanlardan daha fazla kötülük yapan insanlar vardır ve onların da bir şekilde bir nedenleri vardır, haklı olmasalar da.)

Sinema ve onun kardeşi televizyon, hayattan kesitler gösterirler bize. Ama bu kesitler, gerçeğe yakın da olsa bir yerlerde mantıksızlık barındırırlar ve bu mantıksızlık da iyilerin kazanmasıyla olur. Bir şekilde kötü son barındıran iyi çekilmiş bir film, her zaman baş tacı edilmiştir. Casablanca ve Donnie Darko aklıma gelen ilk örnekler. Ama çok azdırlar. Hele televizyonda seyircinin ilgisini her hafta çekebilmek adına, mutlaka bir sevgi pıtırcığı barındırır diziler.

The Wire, bu alandaki en ayrıksı dizi. Çünkü olabildiğince gerçekçi. Hayatta var olan tüm açıları, iyisiyle kötüsüyle gösteren bir dizi. Üstelik en ufak bir özendirme özelliği taşımadan, her seferinde iyiyi de kötüyü de ters köşeye yatıran bir dizi.

2002-2008 yılları arasında 5 sezon yayınlanmış. Kalburüstü dizilerin kablolu kanalı HBO tarafından çektirilmesi diziyi izleyebilmemizde ana etken. Ama en arkada 2 adam var, bu dizinin fikir babası olan.

David Shore 20 yıl boyunca Baltimore Sun'da polis muhabiri olarak çalışmış bir gazeteci. 90'larda anılarından bir kitap yayınlıyor ve bu kitabın dizisi çekiliyor. Ama esas malzemesini The Wire'a saklamış. Ed Burns ise 30 yıl polislik yapmış biri, hem de efsane denilenlerden.

İşte bu iki kişi, The Wire'ı yazıyor. Baltimore polis departmanındaki olayları anlatıyorlar. Uyuşturucu, gümrük kaçakçılığı, cinayet, dolandırıcılık, siyasi komplo, yalan gazetecilik ve hatta içi boşaltılmış okul sistemi gibi kallavi konulara giriyorlar. Bu konuları da en azından 1 sezon dizide tutuyorlar ki iyice sözlerini söyleyebilsinler.

Dolayısıyla çok karakterli bir dizi. 20'ye yakın, belki de daha fazla ana karakter barındırdığı söylenebilir. Belki olaylar etrafında daha çok yoğunlaştığından karakterlere fazla inemiyor ama yeterli kadar da üzerlerine titriyor. Öyle ki diziden bir karakter atamazsınız, gereksiz diye. Yardımcılar dahil 50-60 karakterin hepsinin bir işlevi var ve bu işlevinin bir sebebi var.

Oldukça sıkı yazılmış bir senaryo var yani. Bazen bir bölümde o kadar olay oluyor ki ekrana kilitleniyorsunuz, mecburen. Her sezonun ana merhamını anlatan ilk 2 bölüm hariç oldukça akıcı bir kurgusu da var. Bu da seyirciyi kendisine bağlatıyor.

Normal dizilerden tek farkı, fazlasıyla gerçekçi olması. Benim için artı olan bu özellik, kimi seyirciyi soğutabilir. Bağlandığınız bir karakter tak diye ölür, kimse dönüp ağlamaz bile, kalıverirsiniz. Yada sezon finalinde tam kötü adamlar yakalanırken, bir bakarsanız işleyiş aynen devam ediyor, sadece değişen adlar.

Bu açıdan efsanevi anlar barındırıyor, seyir zevkinizi bozmamak adına örnek vermiyorum. Ama şahsi beğenilerim şunlardır: Sezon olarak en iyisi 1.'dir, arkasından sırayla 5, 3, 4 ve 2 gelir. Karakter bazında tabii ki Omar Little, en babasıdır. McNulty, Bunk, Dee ve Avon da arkasından gelir. Daha çok değişik karakterler var, bazıları gerçekten çok sıra dışı ve o kadar da gerçekçidir: Ziggy, Bodie, Snoop (bu kızı izlemeniz gerek, hele 4. bölüm açılış sahnesinde), Namond, Bunny, Jay gibi.

Kısacası The Wire, kendini aşmış ve her zaman hatırlanacak bir dizidir. Defalarca izlenebilecek kalitededir. Six Feet Under, Mad Men ve Battlestar Galactica ile beraber en iyi 4 dizimden biri olmuştur.

Hiç yorum yok: