13 Ocak 2008 Pazar

Türkiye'deki Rejim

Türkiye çok zor bir dönemden geçmekte. Öyle bir dönem ki ülkenin sınırları, rejim dahil tüm ana unsurları değişebilir. Ne yazık ki çok az kişi neler olup bittiğinin farkında. Farkında olanların bir kısmı ise işlerine öyle geldiği için farkında değilmiş numarası yapmakta ve hatta diğerlerinin farkında olmamaları için ne gerekiyorsa yapmaktalar. İşte böyle bir ortamda Fazıl Say’ın sözleri tüm ülkede yankılandı.
Tepkiler fevkalade ilginç. Başbakan ve cumhurbaşkanı beklendiği üzere “İstiyorsa gidebilir.” dediler ve kendi isteklerini ilk defa açıkça dile getirdiler. Gerçi başbakanımız bundan önce de Abdullah Gül’ü kendi cumhurbaşkanı olarak görmeyen Bekir Coşkun’a ülkeyi terke etmesini söylemişti ama. Çoğu farkında olmak istemeyen ise başbakana sonsuz destek verdiler. “Ülkesinden vazgeçebilen biri zaten gitmelidir.”e getirdiler lafı. Böyle bir olay bundan 10 yıl önce olsaydı haklı olurlardı. Ama ülke, artık o ülke değil. Çünkü Türkiye ciddi manada değişiyor. İçki içenin kafir sayılacağı, türban takmayana orospu gözüyle bakılacağı günler hızla gelmektedir. Artık devletin kurum müdürleri bile hukuka aykırı davranışlara prim verebiliyor. Çünkü çok iyi farkındalar ki iktidar yanlısı bir hukuk yanlışı kolaylıkla örtbas edilebilir. Nasılsa medya da iktidarın elindedir, gazeteciler özgür değildir. Sanatçılar, eğer sistem karşıtıysa kovulabilir. Bunlar normal şeylerdir. Ülkene küfredenlere bile şeref madalyası verebilirsiniz, nasılsa onun bahsettiği, yani Atatürk’ün kurduğu ülke artık yoktur. Ülkenizin önemli mevkilerin yabancılara peşkeş çekebilirsiniz. Bu arada adı sanı duyulmamış bir piyanistin feryadının nesi önemli ki? O değil midir zaten yurtdışında oturan, Frenk müziği yapan? Ona ne Türkiye’nin durumundan! Gitsin Nev Yorklarda otursun!
Efendim, ülkede çok kutuplaşma alıp başını gitmektedir. Laikler, statükocular, teokratçılar, Kürtler, vs. Herkes kendi menfaati için çekişmektedir. Oysa ki bu ülke nereye gidiyor, günümüz dünyasında Türkiye’nin yeri nasıldır, diye soran yoktur. Şahsen cumhuriyetçi ve laik biri olarak bu dediğimin karşında olmam gerekir ama eğer Türk adının geleceğe kalmasını istiyorsak önce neyi istediğimize karar vermeliyiz. Miş gibi yapmadan, yüreğini ortaya koyarak, bu ülkenin vatandaşları ne istiyor? Aydın kesimin 200 yıl önce başlattığı Tanzimat hareketlerine devam edip demokratik bir toplum olmak mı? (Ama o zaman demokrasinin manası öğrenilmelidir ki kimsenin uğraşacağını zannetmiyorum.) Halkın hala daha yönetildiğini sandığını meşrulaştırıp monarşiye geçilmeli mi? Daha ileriye gidilerek İslam teokrasisi kurulmalı mı? (Kimse %95’inin diğer din taraflarını kafir ve hain olarak gören bir toplumun hoşgörü milleti olduğu yalanını atmasın.) Yoksa eyalet sistemine geçip federe bir devlet mi kurulmalı? Ülkenin iyiliğini isteyen biri buna açıklıkla cevap verir. Ama biz hep miş gibi yaptığımız için hiçbir zaman cevap alınamayacaktır. Statükocular, ekonomiye zeval gelmesin zihniyetiyle teokratçılara oy verecektir. Bu oyları pazarlayan teokratçılar, teokrasiye yaklaşmaya çalışıyormuş gibi yapıp aradaki ince dengeyi tutturmaya çalışacaklardır. Demokratlar sanki Tacqueville hiç yaşamamış gibi demokrasini üstünlüğünü savunuyorlarmış gibi yapıp statükocu ve liboş olduklarını saklamaya çalışacaklardır. En komiği de cumhuriyetçi gibi görünüp statükocu olanlardır ki %1 oy alınca çığlıklar atacaklardır.
Kısacası ülkeyi yönetenler mış gibi yaptıkça ne kendilerine ne de rakiplerine yarar sağlayacaklardır. Hoş, tam olarak bunu isteyenler de vardır ama zaten onlar ya Türk değildir ya da çoktan Türklükten çıkmışlardır. Şimdi eğer Türkiye’yi seviyorsak yapılacak ilk şey rejime karar vermektir. Bu ülke ne yazık ki Atatürk’ün verdiği hediyeyi anlayacak kadar zeki değildir. Tam tersine Aziz Nesin’inde belirttiği üzere %70’i salaktır. Ama bu salaklar topluluğu bu seçimi yapamayadıkça bu kaos ortamı devam edecektir.

Hiç yorum yok: