5 Şubat 2008 Salı

My Bluebarry Nights

Bazı filmler vardır, sadece belli bir kitleye hitap eder. Onun dışındaki kesim, filmden resmen nefret eder. Çoğu sıkıcı, anlaşılmaz, çok yavaş gibi sıfatlar kullanırlar. Oysa ki hitap edilen kesim için bambaşka anlamlar yüklüdür film. Filmi bağrına basıp, başucu filmi yapanlar dahi vardır. İşte My Bluebarry Nights böyle bir film. Bu filmin seveninden çok sevmeyeni olacaktır ama bu, filmin –bence- aşk üzerine yapılmış bir başyapıt olmasını engellemez.
Her şey Lizzie’nin aldatılmasıyla başlıyor. Daha doğrusu zaten dünya dönüyor, bizim o dünyaya konuk olmamız aldatılma ile başlıyor. Lizzie önce New York’ta bir barmenle arkadaş oluyor, onunla dertleşip huzur bulmaya çalışıyor. Ama bakıyor içindeki yara kapanacak gibi değil, bir araba için para biriktirme bahanesiyle yola düşüyor. Bazı yerlerde kalıp garson olarak çalışmaya başlıyor. Doğal olarak değişik, garip ama bir o kadar da hayatın içinden insanlarla karşılaşıyor. Biz bunlardan sadece üçünü tanıma şansına erişiyoruz. İlk ikisi ayrılmış olan bir çift. Öbürü de baba hasreti çeken poker manyağı bir kız. Böylece hayatında yeni bir evreye başlayan Lizzie, kah yarasını kapatmaya çalışarak kah da yeni deneyimler elde ederek yola devam ediyor.
Film çok yavaş. Ama bu yavaşlık bir süre sonra bir anlam kazanmaya başlıyor. İşte o anda filmden keyif almaya başlıyorsunuz. (Ne yazık ki o anın biraz sonrasında antrakt giriyor) Bu keyif, country müziğin teskin edici yanını barındıran, sizi gözlemci durumuna sokan ama bunu gayet seviyeli ve iyi anlamda kullanan ve sanki aşka dair kırıntılar barındıran bir tür duygu sanki. Film, o kadar güzel akıyor ki sanki güzel, hayat ve canlılık verici bir şey içiyorsunuz ama onu hızlı veya yavaş değil, her yudumundan keyif alırcasına boğazınızdan geçiriyorsunuz. Eğer benim gibi filmin frekansını tutturursanız, enfes bir tat sizi bekliyor demektir. Ama doğal frekansınız bayağı düşük olmalı.
Filmin performansları harikulade. Norah Jones gayet tatminkar bir ilk oyunculuk deneyimi yaşıyor. Ama esas alkış yan kadroya: Jude Law, Natalie Portman ve Rachel Weisz görülmesi gereken performanslar armağan ediyorlar. David Strathairn ise filmin zirvesini yaparak muazzam bir oyunculuk gösterisinde bulunuyor. Buna ünlü görsel üstat Darius Khondji’nin yağlı boyaya benzer resimleri ve enfes bir ses kaydı eşlik ediyor. Hele filmin başlarında yine Wong Kar Wai’nin In the Mood for Love filminin o yürek burkan tınısı mandolinle çalınınca… Ama tüm alkışlar Wong Kar Wai’ye. Kusursuz bir yönetim gerçekleştirmiş, ne denilebilir ki? Atilla Dorsay filmin eleştirisinde Amerika’yı en iyi yabancı yönetmenlerin anlatabildiklerini düşündüğünü yazıyor. Örnek olarak Wim Wenders’in beni koltuğa çakan filmi Paris, Texas’ı gösteriyor. Hiç haksız sayılmaz.
Oyuncular: Norah Jones, Jude Law, David Strathairn, Natalie Portman, Rachel Weisz, Hector A. Leguillow – Görüntü Yönetmeni:: Darius Khondji – Müzik: Shigeru Umebayashi – Senaryo: Wong Kar Wai, Lawrence Block – Yönetmen: Wong Kar Wai
***** G.T.: 11 Ocak Y.T.:17 Ocak

Hiç yorum yok: