14 Nisan 2009 Salı

Veeeeeeeeeeeeee Action

Son 2 haftada daha taptaze olan 4 tane aksiyon filmi izledim. Bilerek izlediğim bir sıra değildi, öyle denk geldi. Ama ilginç tarafı, yeni nesil aksiyonların nasıl olup olmaması gerektiğinin bir şemasını oluşturmasıydı. O yüzden kronolojik (izlediğim) sırada değil, belirli bir yapı içinde filmlere bakmaya çalışacağım.

İlk filmimizin adı The Spirit. Film, ünlü bir çizgi-roman uyarlaması, üstelik uyarlayan da Frank Miller. Evet, Miller sağlam çizgi-roman çizerlerinden biridir ama bu sefer Will Eisner'ın eserini uyarlıyor. Filmden beklentiler büyük, bunun da 2 nedeni var. İlki Miller'ın kendi eseri olan ve Robert Rodriguez ile beraber yönettiği Sin City. Malumunuz film, çizgi roman uyarlamalarına yepyeni bir soluk getirmişti. İkincisi ise Miller'ın sadece 'çizen' ünvanıyla yetindiği 300 ki o da belli bir heyecana sebebiyet vermişti (Filmin harika bir DVDsi çıkmış, hayranlarına duyurulur). Şimdi siz böyle bir adamdan alalade bir film bekleyemezsiniz lakin The Spirit pespayenin önde gideni. Ne bir heyecan, ne bir aksiyon hareketi, ne bir nükteli monolog. Sıfır artı sıfır, elde kalmış sıfır. Filmde Eva Mendes ile Scarlett Johansson ablalarım var bir de ama Mendes'in 5 saniyelik nüryan görüntüsü dışında bir artı da yok. Demek ki neymiş, color correction ile film çekilmiyormuş!

İkinci filmimiz The International. Bu filmin fragmanını izlediğimde, "İşte!" dedim, "Adam gibi bir aksiyon." Clive Owen ile Naomi Watts başrolde, Tom Tykwer yönetmen, konu muhalif, İstanbul sahneleri var ve Haluk Bilginer oynuyor. Ama fragman küçük bir parça ne yazık ki. İş filme gelince dağılıyor. Bir kere, konu gerilimden ve inandırıcılıktan çok uzak ki bir aksiyon filminin ana öğeleri bunlar. Çok rahat izlenen ve klişelerle örülmüş bir seyir deneyimi yaşıyorsunuz. Ayrıca tüm film boyunca bekledikten sonra olaylar İstanbul'a gelince iş iyice klişeye bağlanıyor. Sadece Ayasofya ve Yerebatan'dan oluşan bir İstanbul görüyoruz ki Bond buraları 40 yıl evvel ziyaret etmişti zaten. Yani Hollywood'un gözünde Türkiye etiketi çok bariz. İşin en üzücü yanı da 10 yıl önce Lola Rennt ile aksiyon sinemasına yepyeni bir stil getiren Tom Tykwer'in bunu çekmiş olması. (Owen harici oyuncu yok zaten filmde, hepsi figüran)

Başka bir çizgi roman uyarlaması daha çıktı karşıma. Watchmen 8. sanatın ustalarından Alan Moore alegorisi yine. Bir grup süper kahramanın hikayesini kara film tadında izliyoruz. Söz konusu kahramanlar her şeyden bıkmış, görevlerinden ihraç edilmiş, eski günlerin özleminde dolanıyorlar etrafta. Bir tek mavi dev Dr. Manhattan devlette çalışmaya devam ediyor. Yıllar 80'leri işaret ederken Nixon hala başkan. Anarşi (akla V For Vandetta geliyor) ve çürümüşlük diz boyu. Hal böyleyken eski kahramanlardan Comedian öldürülüyor. Eski partneri Rorscharch olayı araştırmaya başlıyor ve kah şimdiki zamanda kah 40'larda kah 60'larda film akıyor. Temposu oldukça yavaş, süresi 3 saate yakın süren film sizi kimi zaman sıksa da elindeki ışıldayan öykü sizi perdeye çekiyor. Ayrıca çok yerinde bir görüntü çalışmasıyla izlenebilirliğini katbekat arttırıyor. 40'lardaki 'Film Noir'in altın çağına yapılan saygı hareketleri hayranlık uyandırıyor. Ama yine de Zack Snyder'in yerinde daha sağlam bir yönetmen olsa ne olurdu tahmin edemiyor insan, ben kafayı çizerdim herhalde. Moore ustanın anlattığı şeyler o kadar bol ve karmaşık ki bundan bir Hollywood aksiyonu çıkarmak deli işi. Önümüzdeki film de ne bir aksiyon filmi ne de kara film. Arada kalmış bir ucube!

Gelelim Alex Proyas'ın son eserine. Proyas çok nadir film çeken, ama çekti mi sağlam çeken bir görsel efekt ustasıdır. Dark City ve I, Robot bunu çok iyi kanıtlar. Vesselam Knowing bu bakımdan ilgimizi çekiyor ve yanılmıyoruz. Sizi diken üstünde tutan bir aksiyon filmi izliyorsunuz ki ben nicedir bunu yaşayamamıştım. Uçak ve metro sahnesi sizi sizden alcak kadar adrenalin bombası sahneler. Ayrıca finalde Proyas amcam bir de yakışıklı insanlık portresi çekiyor ki sormayın gitsin. Filmin dayandığı teoriler ve onları işleme becerisi de cabası oluyor. Ama filmin eksileri de göze batıyor. İlki Nicolas Cage olmak üzere filmin önemini çakamamış oyuncu kadrosu. Hepsi de son derece ruhsuz oynuyorlar ki! Ayrıca gereksiz İncil göndermeleri ve çok klişe bir müzik kulak tırmalıyor. Ama o finali defalarca izleyebilirim ben, üzerine de harika felsefe yapılır valla.

Oyuncular: Gabriel Macht, Eva Mendes, Jamie King, Samuel L. Jackson, Scarlett Johansson, Sarah Poulson, Louis Lombardi - Görüntü Yönetmeni: Bill Pope - Müzik: David Newman - Senaryo: Frank Miller (Will Eisner'i çizgi serisinden) - Yönetmen: Frank Miller - *1/2

Oyuncular: Clive Owen, Naomi Watts, Armin Mueller-Stahl, Ulrich Thomsen, Haluk Bilginer, Brian F. O'Byrne, Michel Voletti - Görüntü Yönetmeni: Frank Griebe - Müzik: Reinhold Heil, Johnny Klimek, Tom Tykwer - Senaryo: Eric Singer - Yönetmen: Tom Tykwer - **1/2

Oyuncular: Jackie Earle Haley, Jeffrey Dean Morgan, Patrick Wilson, Malin Akerman, Billy Crudup, Matthew Goode, Carla Gugino, Matt Frewer, Stephen McHattie - Görüntü Yönetmeni: Larry Wong - Müzik: Tyler Bates - Senaryo: David Hayter, Alex Tse (Alan Moore ile Dave Gibbons'un çizgi kitabından) - Yönetmen: Zack Snyder - ***

Oyuncular. Nicolas Cage, Chandler Canterbury, Rose Byrne, D.G. Maloney, Lara Robinson, Nadia Townsend - Görüntü Yönetmeni: Sşmon Duggan - Müzik: Marco Beltrami - Senaryo: Ryan Douglas Pearson, Juliet Snowden, Stiles White (Ryan Douglas Pearson'ın öyküsünden) - Yönetmen: Alex Proyas - ***1/2

Hiç yorum yok: