30 Kasım 2009 Pazartesi

Bir Türk Klasiği: Aaaah Güzel İstanbul

Biz, batı ile doğu arasında sıkışmış bir memleketin çocukları olarak kendi kültürümüzden utanırız. Bizim kitaplarımız okunmaz, filmlerimiz seyredilmez, şarkılarımız dinlenmez. Çünkü alelade yapıtlardır bunlar. Batıdaki örneklerinin yanında ne ki! Ne suretle bir Hemingway gibi yazmaya, bir Kubrick gibi film çekmeye, hele bir Elvis olmaya özeniriz. Bizimkisi alaturka işlerdir, halka alafranga yapıtlar öğretilmelidir. Yani halkımızın zevkleri batılılaşmalı, bayağılıktan kurtarılmalıdır.

Son 2 cümleyi eski bir Türk filminden aldım. Gerçi Türk filmi olduğu belki burun kıvırırsınız. İzlenir mi, dersiniz. Hele eskiyse ve siyah-beyazsa. Tipik Yeşilçam melodramı zannedersiniz.

Ama ben bu yazıda o eski Türk filmini anlatmaya çalışacağım. Yani film deyince sadece aklınıza Hollywood filmi geliyorsa, bağımsız filmi Sundance bazlı seyredenlerdenseniz yazının geri kalanını okumayın, zamanınıza yazık olur.

Film, eski bir İstanbul beyefendisinin kendini tanıtmasıyla başlar. Varlıklı bir paşazadenin torunudur. Bu varlığın içinde doğmuş, büyümüştür. Ama yanlış kararlar ve hayaller sonucu her şey satılmıştır. Eskiden yaşadığı yalının bahçesindeki tek göz gecekonduda yaşamaktadır. Para kazanmak için Sultanahmet Meydanı’nda fotoğraf çeker, akşamları da mahalleli arkadaşlarıyla meyhanede vakit öldürür.

Bir gün karşısına İzmirli bir kız fotoğraf çektirmeye çıkar. Ailesinden kaçıp artiz olmaya İstanbul’a gelmiştir. Dergi yarışmaları için fiyakalı bir poza ihtiyacı vardır. Bizim beyefendi kıza acır, içinden dalgasını da geçer. Kız gider ama beyefendinin aklına takılır kızcağız. Kaldığı pansiyonun genelev olduğunu öğrenince kızı kurtarmak ister, gider konuşur. Kız dinlemek istemez ama polis basınca pansiyonu, anlar tabii. Mecburen beyefendiye sığınır. Ama bu, kızın şöhret sevdası adına son hamlesi olmayacaktır. Kendi halinde yaşayan beyefendi de oradan oraya savrulacaktır.

Sadri Alışık ile Ayla Algan’ın başrollerini paylaştığı bu sımsıcak filmin adı Aaaah Güzel İstanbul’dur. 1968 yapımı filmi Safa Önal yazmış, Atıf Yılmaz yönetmiş. Gani Turanlı enfes İstanbul manzaraları eşliğinde görüntüleri oluşturmuş. Metin Bükey ise müziklerden sorumlu.

Ben bu filmi çok uzun yıllardır arıyordum. Ne DVD’si var, ne VCD’si. Birkaç koleksiyonere muhtacız, tüm eski iyi filmlerde olduğu gibi. Dün bir şekilde buldum kopyasını, mücevher bulmuşçasına sevindim. Bugün ise seyrettim. Her şeye değer hakikaten çünkü izlediğim Türk Sinema Tarihi’nde tartışmasız en iyilerinden. Vesikalı Yarim’den beri bir Türk filmini bu kadar tutkuyla izlememiştim.

Benim filmde en hoşuma giden unsur senaryonun detaylarının harika yazılması. Kimi küçük anlarda harika kültür eleştirileri yapıyor. Doğu-batı kültür ikilemi, insanların yozlaşmışlığı, kolay yoldan köşeyi dönme hevesi, vb. hakkında saptamalarda bulunup üzerine enfes cümleler sarf ediyor. Asıl ilgimi çeken bunları daha 1968’de, Özal dönemi öncesi söylemesi. Tek planda bile olsa boğazın kirliğini ekrana getirmesi. Filmi izleyince göreceksiniz ki satır aralarında söylenenlerin hepsi hala daha geçerli. Mesela Sadri Alışık, filmin ortalarında müzik kültürü hakkında bir yorum getiriyor, bunlar boş şeylerdir, halkı uyutmak içindir diyor. Aklıma belki inanmayacaksınız ama İsmail YK ile Serdar Ortaç geldi.

Ben bugün Aaaah Güzel İstanbul’u izlediğim için çok mutluyum. Böyle bir klasiğin bizim ülkemizde çekilmesi ayrıca gurur verici.

Hiç yorum yok: