18 Temmuz 2010 Pazar

Son Zamanlarda İzlediklerim

Uzun zamandır film yazmadım sanırım. Bunda ana etken tabii pek izleyemememdir. Kendimi fena halde dizilere verdim çünkü. Önce Bored to Death’i bitirdim, şimdi de yoğun olarak Breaking Bad izlemekteyim. Tabii bir de şu var, son 3 aydır vizyona adam gibi bir film girmedi. Toy Story 3 vardı bir tek, onu birazdan okuyacaksınız.

  • Mayıs ayında Prince of Persia’ya gittim. Eğlendirici olmaktan öte bir amacı olmayan, vasat bir gişe filmiydi.
  • The Last Station, zevkle izlenen bir tarihi drama. Tolstoy’un son 1 yılını anlatıyor. İyi oyunculukları dışında göze çarpan pek artısı yok.
  • The Runaways, Joan Jett’in ilk grubunun hikayesini anlatması açısından önem arz ediyor. Gerisi boş. Kristin Stewart ile Dakota Fanning’i öpüştürerek seyirci çekme taktiği ise fena halde acınası.
  • Toy Story 3, gerçekten bir animasyondan bekleyeceğiniz her şeye sahip. Sağlam karakterler, iyi bir senaryo, denenmemiş bir ana tema, zeki espriler ve göndermeler, harika bir final. Pixar’ın önünde bir kez daha saygıyla eğiliyoruz. Beni daha da şaşırtan, filmin önceki filmlere hemen hemen hiç dayanmaması çünkü ihtiyacı yok. Elinizdeki malzeme sağlamsa, bir yerlerden destek almanıza da gerek kalmaz. Sadece bu açıdan bile Toy Story 3, benim gözümde bir başyapıttır.
  • Knight and Day, seyircisini eğlendirmek amacını güden ve o yönde oyununu sürdüren bir film. Evet, filmde akıl almaz saçmalıklar var ve son 10 yılda bu tarz filmler artık tutmuyor, o yüzden de çekilmiyor. Ama Knight and Day, amacına o kadar sadık kalıyor ki eğlenmemeniz olanaksız. O yüzden de evet, Knight and Day son derece başarılı bir filmdir ve herkese öneririm. İki eksisi var yalnız: Tom Cruise’un böyle bir rol için yaşlı kaçması ve fazla naif finali.
  • Hot Tub Time Machine de oldukça saçma bir fikirden çok komik bir film çıkarabilme becerisine sahip bir film. 30’lu yaşlarında olan 3 eski arkadaş ve birinin yeğeni, moral depolamak için tatile çıkıyor. Odalarında girdikleri saunanın ayarını ciddi bir şekilde bozunca 1986’ya dönüyorlar ve olaylar başlıyor. 80’leri biraz seviyorsanız, kahkahalar garanti!
  • The Exam’i tüm yeni nesile şiddetle öneririm. Bir mülakatın nasıl uçlara gidebileceğini, sizden ne beklendiğini ve oyunu nasıl oynamanız gerektiğini anlatan bir film. Film, başından sonuna, gerçek zamanlı bir mülakatı izlettiriyor size. Finali o kadar aceleci olmasa bir gerilim başyapıtı olabilirmiş.
  • Cabaret’i büyük bir merakla izledim, All That Jazz’dan aldığım eşsiz keyiften sonra. Ama beklediğim keyfi alamadım. İyi olmasına iyi ama yeterince değil. Ayrıca Lisa Minelli o rol için çok çirkin! Sesi her ne kadar iyi olsa da.
  • Serpico, başyapıt kıvamında bir polis filmi. Al Pacino’nun enfes performansıyla ölümsüzleşiyor asıl. Bu arada son birkaç yıldır Okan Bayülgen’in kimi taklit ettiğini de görmüş oldum.
  • Singles, pek bilinmeyen bir ilişki filmi. Cameron Crowe’a ait olduğu her açıdan bariz. Güzel ama klişe olmayan diyaloglar, sağlam bir müzik sevgisi ve rollerine cuk oturan oyuncular önemli özellikleri. Bazı şarkılara, rock severler bayılabilir. Bir de kıyıda köşedeki oyunculara dikkat, çok ünlü kişiler var. Ben Tim Burton’u tanıdım mesela. Chris Cornell, Eddie Velmer gibi müzik devleri de gözüküyor.

Hiç yorum yok: