4 Ağustos 2010 Çarşamba

Inception

Inception, kim ne derse desin, aksiyon sinemasının 2010 yılında geldiği son noktadır. Bundan ötesi şu ana kadar yapılmamıştır. İleride üstüne çıkılacaktır elbet (hatta 3. boyutun tam anlamıyla kullanılması bile yeter) ama an itibariyle zirve budur.

Bunu salt aksiyon sahneleri anlamıyla söylemiyorum, olayın ondan çok daha öte olduğu artık aşikar. Bugün Luc Besson bile 20-30 milyon dolarla ağzı açık bırakan aksiyon sahneleri çekebiliyor. Hal böyleyken en alalade Hollywood aksiyonunda sizi heyecanlandıran en az 1 sahne bulunur. Ha, bu sahne bir Heat (zirvede bu filmden bir sahne bulunur) seviyesine çıkamaz belki ama gayet yaklaşır.

Inception’da ağzınızı açık bırakan düzinelerce sahne var, hatta antolojilere geçecek 1-2 sahne bile var. Ama 2000’ler aksiyon sinemasının esas olayı senaryodur, sahne güzelliği 2. plandadır artık. Matrix serisi, Bourne serisi, The Dark Knight ve hatta Casino Royale göstermiştir ki altyapısı dolu olmayan bir film artık sıradanlığa mahkumdur. Seyirci artık o sahneleri izlerken düşünmek de istemektedir. Sinemadan çıkınca arkadaşlarıyla tartışmak, bloguna yazmak, sanal ortamda fikrini beyan etmek istemektedir.

Böyle bir ortamda Christopher Nolan öyle filmler çekiyor ki baş tacı edilmemesi kaçınılmaz. Sizi bir an olsun uyuşmanıza izin vermezken aynı zamanda çok uç konulara el atıyor. Bunlardan oldukça grifit filmler çıkarırken, tam olarak anlaşılmazlığa da düşmüyor (Lynch gibi) ama finalde tek sahneyle kafanızı allak bullak da ediyor. Memento da, Prestige de böyleydi. Şahsen Prestige’in sonunu hala çözebilmiş değilim (3 kere izlememe rağmen)!

Inception’da bunu bir adım ileriye götürüyor. Tamamen nonlineer bir dünyada bir aksiyon filmi çekiyor, içine çok sağlam bir ana karakter yerleştiriyor, yanına çok şık karakterler ekliyor ve sağlam bir yapı kurmuş oluyor ki bu yapı felsefe, psikoloji ve daha da ilerisi psikoanaliz anlamında çok derin çıkarımlar yapıyor. Dahası da var: Harika bir oyuncu kadrosu kuruyor (filmde 4 cümlenin üzerine çıkan her oyuncu ünlü!), harika bir teknik ekip oluşturuyor (görüntüsünden efektine, sanat tasarımından müziğine (Hans Zimmer nesin, sen ya?)) ve eşsiz bir kurguyla tüm bunları birleştiriyor (ses kurgusu içindedir) (Ayrıca son 1 saatteki kurgunun üzerine çıkabilecek film çok nadirdir!).

Siz bu filme aşık olmazsınız da ne olursunuz, sorarım size?

Yine de şunu söylemek gerek, bu ve bu tarz filmler 40 yaş (hatta 35) altı seyirci kitlesi için anlamını tamamıyla bulabiliyor. Ben babamla filme gittim, bir şey anlamamasını bırakın, çok sıkıldı.

Yazının sonunda finale de değinelim: Ben asla açıklanabileceğini zannetmiyorum. Nolan son 5 saniye ile yine filmini defalarca izlememiz gerektiğinin altını çiziyor!

Oyuncular: Leonardo Di Caprio, Ellen Page, Joseph Gordon-Levitt, Tom Hardy, Ken Watanabe, Cillian Murphy, Dileep Rao, Marion Cotillard, Tom Berenger, Michael Caine, Pete Postlethwaite, Lukas Haas – Görüntü Yönetmeni: Wally Pfister – Müzik: Hans Zimmer – Senaryo ve Yönetmen: Christopher Nolan – ****1/2

3 yorum:

The Dude dedi ki...

Salondan ilk çıktığımda ben de benzer şeyler düşünüyordum ama üzerinde düşündükçe filmin çok fazla zayıf yönünün olduğunu farketmeye başladım. The Prestige'i aştığını zaten düşünmüyorum ama şu anda Matrix'i bile aşamadığını düşünmekteyim. Ha kötü bir film mi? Asla. Ama ilk anda göründüğü kadar da güzel değil.

The Prestige'i anlamadım diyenleri de ben anlayamıyorum, bu kadar açık ve net bir filmde anlayamadığınız nedir?
-Spoiler-
Her gösteride kendisini kopyalıyor ve "orjinalini" öldürüyor. Filmin sonunda gördüklerimiz de bu ölüler.
-Spoiler-
Bunun dışındaki bir şey mi anlaşılmayan? Ne bileyim ben hiçbir şeye takılmıyorum o filmde, o derece kusursuz.

Artun Bötke dedi ki...

Düd, sevgili arkadaşım, zaten ben Inception'ı aksiyon sinemasındaki yeri açısından değerlendirdim. Sonuçta hem kafanı yorup hem ağzı açık bırakan sahneleri olan hem de teknik kusursuzluğa sahip kaç film seyredebiliyoruz ki? Yılda bu tarz 1 film izlersem kendimi mutlu hissediyorum. Matrix'in teknik yeniliklerime lafım yoktur lakin hiçbir zaman tam ısınamadığım bir film olmuştur. O yüzden belki Heat daha iyi olabilir kendi adıma. Ama teknolojiyi kullanmak adına Inception'ı hala aksiyonun geldiği son nokta olarak görüyorum.

The Prestige'e gelirsek: Sen diyorsun ki adamlar sihir değil harbi paranormal bir alet kullanıyorlardı. Bunu da Tesla gibi bir fizikçi yaptı. Bana çok basit ve filmin mantığına ters bir açıklama olarak geliyor bu dediğin. Sihiri odağına alan bir film olarak The Prestige'te her unsurun fiziksel bir açıklaması olduğuna inanıyorum.

The Dude dedi ki...

Filmin tek bir sahnesinde bile sihir yok ki sonunda olsun, anlamadım Artun argümanını. Bu film sihir üzerine değil bence çok yanlış bir yerden bakıyorsun filme, sihrin tam tersi hatta.

Filmde adamın her seferinde kendini öldürüşünün bir diğer metaforu da kafesteki kuştur bu arada. O da her defasında ölür ve yerine başkası gelir. Yani gayet oturaklı, bunu nasıl göremiyorsun, bak bir daha bu gözle izle, direkt göreceksin.