13 Şubat 2011 Pazar

Ayrımcılık Üzerine (Gentlemen's Agreement)

Ne yazık ki artık klasik filmlere gerektiği önemi veremiyorum. Üniversitedeyken yeni film izlediğim kadar da eski yapımları seyrederdim. Artık çok az canım ister oldu.

Neyse ki bugün evden çıkmadım. İzlediğim 2 yeni filmin ardından bir de klasik izleyeyim, dedim ve Gentlemen's Agreement'ı izlemeye başladım. Film Elia Kazan tarafından çekilmiş bir stüdyo filmi. Baş rolde de eskilerden en sevdiğim oyuncu olan (bunda Killing the Mockingbird'ün etkisi muhakkak vardır) Gregory Peck vardı. Ama açık söylemek gerekirse, film hakkında 1948'de En İyi Film Oscar'ını alması dışında bir şey bilmiyordum.

Film, ünlü bir makale yazarının New York'a oğlu ve annesiyle taşınmasıyla başlıyor. Karısı bir süre önce ölmüş. Yeni bir hayata başlamak istiyor. Yeni dergisinin editörü, ondan farklı bir konu hakkında çalışmasını istiyor: Anti-semitizm hakkında bir yazı dizisi. Yazarımız önce yazacak bir şey bulamıyor, nereden başlayacağını bilemiyor. Sonra aklına bir fikir geliyor: Yeni geldiği bu şehirde kendini herkese Yahudi olarak tanıştırıyor. Böylece bir süreliğini de olsa onların bakış açısına sahip olmayı başarıyor ve yazısını bu açıdan kaleme alıyor.

Yaşadığı olayları filmi seyrederseniz kendiniz izlerseniz ama çok çarpıcı bulduğumu itiraf etmeliyim. Film, çok kaliteli olmasının yanında (senaryosu bence harika) konusunun çarpıcılığı dışında onu klasik olmaya itecek fazla bir özelliği yok. Ama konusunu öyle bir seçmiş ki, iyi yazılmış bir senaryoyla ve Kazan gibi usta bir yönetmenin elinde, 2 saat gözlerinizi ayırmadan izliyorsunuz, 2011 yılında olmamıza rağmen. İşte bir filmi, klasik yapan ilk özellik budur.

Filmi izlerken çeşitli şeyler düşündüm. Filmin konuya bakış açısının gayet çarpıcı olması da bu düşüncelerimi arttırdı. Film diyor ki:

"Evet, anti-semitizme lehte olan veya olmayan birçok insan var. Ama esas sorun onlar gibi gözükse de bir de aradakiler var. Yani aslında aleyhte gözüküp, lehte olanların yanında susanlar veya lehte gibi davrananlar. Bu insanlar da aslında aleyhtedir."

Olaya bu açıdan bakabilmek gerçekten çok farklı oldu, kendi adıma. Hele günümüzdeki ikiyüzlü dünyanın içinde olaylara bu açıdan bakmak çok yararlı olur. Ben burada 'Anti-semitizm' konusuna girmeyeceğim. Bu konu beni fazlasıyla aşar. Ben olaya daha genel, daha bildiğimiz konulardan bakmaya çalışacağım.

Şimdi olaydaki 'Anti-semitizm' sıfatını atalım. Sonuçta filmdeki yazarın ilgilendiği konu ayrımcılığın bir türü. Başka türler için de kafa yoralım.

İlk olarak 'engelli olma' aklıma geldi. Bir engelli olarak hayatım boyunca yaşadığım bir ayrımcılık söz konusu, her gün de yaşamaya devam ediyorum, her alanda da karşıma çıkıyor. Bilhassa Türkiye'de engelli bilinci yerleşmediğinden bir sürü sorun yaşıyorsunuz. Eğitimsiz insanların yaptığı uygulamalara bir süre sonra alışsanız da esas canınızı yakan bu bilinci bir şekilde bilen insanların bilerek veya bilmeden bu ayrımı yapması. Mesela bir öğretmeninizin size karşı negatif yaklaşımı (böyle bir Almanca hocam vardı, anneme "Ben bu çocukla ne yapayım?" demiş, annem de şoke olmuş). Bir şekilde bu bilince sahip biri bile, ummadığınız yerde tam tersi bir kararda/harekette bulunabiliyor.

Yada daha popüler bir konu olsun: Kürt sorunu. Şu an Türkiye'de yaşayan herkesin olay hakkında eksik, yanlış veya çarpıltılmış bile olsa bir fikri var. Kürt karşıtı olanlar var. Çevremden de gayet biliyorum. Ama bunun yanında ister politik anlamda ister popülist manada isterse can-ı gönülden Kürt-Türk kardeşliğini savunan, ona hak veren ve bunu çeşitli platformlarda söyleyen insanlar var. Acaba bunlardan kaç kişinin bir Kürt arkadaşı var veya kaçı böyle bir arkadaşa sahip olmak ister (yada denk gelse kaçmaz diyelim), kaç kişi olay ciddiye binince gerçekten bu ayrımcılığın karşısında yer alır? Bunlar ciddi sorular. Çoğu insan da bu ikiyüzlü yaklaşımın farkında ama bir şekilde bu soruları cevaplamaktan kaçınıyorlar.

Ayrımcılığın türü ne olursa olsun; homofobi, kadın karşıtlığı, ırkçılık, dini ayrımcılık, mezhep farklılığı, vb.; bunların hepsi sonuçta aynıdır. Hepsi insanları kategorileştirmeye, sınıflara ayrılmaya, taraf tutmaya ve daha da basiti önyargıya sebebiyet verir. Ben bir insan olarak, herkese önce insan olarak yaklaşmak isterim. Taşıdığı sıfatlar (cinsiyet, yaş, dil, din, ırk, fiziksel özellik,vb.) beni alakadar etmemeli. Ama ne yazık ki ben de bazen çeşitli önyargılarla insanlara yaklaşıyorum. Herkes gibi ben de kendimi değiştirmeye çabalamalıyım, önyargılarımdan, at gözlüklerimden kurtarmalıyım. Önyargısız bir dünya kesinlikle daha mutlu bir dünya olacaktır.

Hiç yorum yok: