21 Mart 2011 Pazartesi

Fatih'te Bir Pazar Günü

Sabah kalktım. Giyinip kendimi dışarı attım direkt. Hafif yağmur çiseliyordu fakat rahatsız etmeyecek şekilde. Kadıköy'e inen ilk otobüse atladım. 10 dakikada Rıhtım'daydım. İskeleye gitmeden Murat Muhallebicisi'nden poğaça ve açma aldım, vapurda yemek üzere.

İskeleye varmak üzereydim ki İstem aradı, çocukluk arkadaşım, içeride bekliyormuş. Hemen içeriye seğirttim. Öpüştük ve direkt Eminönü vapuruna atladık. O da birkaç poğaça almış. Bir ondan bir benden yiyerek kah Boğaz'ın o eşsiz güzelliğine daldık kah hoşbeş ettik.

Eminönü'ye vardığımızda istikamet belliydi, Unkapanı'ndaki İMÇ Blokları. Ben sahilden gitmeyi düşünürken İstem içeriden gidelim dedi. Zaman varken, değişiklik olur diye kabul ettim. Ara sokaklardan, ilginç binaların önlerinden ve bayağı bir yokuştan geçtik ki Beyazıt'tayız! Yani hedefimizin tam ters yönündeyiz! Neyse ki bir kere Beyazıt'tan Vefa'ya çıkmıştım. Birkaç kişiye sorarak ve zamanı 20 dakika geçirerek grubumuzla İMÇ önünde buluştuk.

Grubun biri hariç tümü İTÜ'lü. Hilal'i de fahri İTÜ'lü saydığımızdan grubumuza İTÜ grubu diyebiliriz rahatlıkla. Grubun hala lisans okuyan tek üyesi Burak Avcı, aynı zamanda grubun rehberi ve bu günün sorumlusu. Onun rehberliğinde Zeyrek ve Fatih'i gezeceğiz.

Turumuz daha buluşma yerinden başlıyor ve İMÇ Bloklarının ve tam karşısındaki SGK Binası'nın 60'larda Ağa Han Ödülü'nün almış iki ünlü mimari eser olduğunu öğreniyoruz. Sebebi ise, çevresindeki tarihsel dokudan kopmadan ve çevresine uyumlu şekilde imar edilmiş olması. Bugünkü yapılarımıza ne kadar ters, değil mi?

SGK Binası'nın hemen arkasından Zeyrek'e giriş yapıyoruz. İlk durak Molla Zeyrek Camii. Fetihten sonra ilk dönüştürülmüş camilerden. Şu an restorasyon halinde ama hiç güzel bir şey çıkacağından umudum yok! Ben bu camiye 3 yıl önce girmiştim, yine gezi amaçlı. Caminin bir yerinde çok özel bir mozaik var. Tarihi belki de 1000 yıllık, belki de daha eski. İncil'in ünlü hikayelerinden Samson ve Delilah masalındaki Samson'u resmeder bu mozaik. Bundan sonra görmeniz için imama yalvarmanız gerek, ne yazık ki. Bizim grup, cami önünde mahalle çocuklarıyla sohbete başlıyor. Biraz da misket oynuyorlar, kimileri bilye der bu küre şekilli oyuncağa, ben hala misket oynayan kaldı mı bakışlarımı atarken. Ayrıca cami önündeki Tüçev binasının içinde gizli bir sarnıç varmış, ilgilenenlere.

Ardından Zeyrekhane'de Haliç manzarası eşliğinden çayımızı yudumluyoruz. Hafif fiyatları yüksek ama hizmet gayet iyi. Ardından sokaklara dalıyoruz, gezinmeye başlıyoruz. Başka bir kiliseden dönüştürülmüş camiye kapalı olduğundan giremiyoruz ki bu camiyi sadece bir cepheden fark edebilirsiniz. Diğer cepheleri evlerle kaplanmış. Kilisenin planı çok özelmiş, Burak'tan öğrendiğimize göre.

Gezinirken eski binalar, çeşmeler ve daha nice ilginç yapı gözümüze çarpıyor. Kimi harap halde, kimi de belediye tarafından onarıma alınmış. Ama çevre halkın bu yapılara duyarsızlığı her hallerinden belli.

Kadınlar Pazarı'nda geziniyoruz bir ara. Bu caddede Mimar Sinan'ın tasarladığı bir hamam var, Çinili Hamam. Ne yazık ki burası da kapalı ve harap halde. Çevredeki Siirtli esnafın buranın yıkılmasını beklediklerine neredeyse eminim.

Kadınlar Pazarı'nın sonunda surlar bulunuyor. Bu surların dibinde de Şeref Lokantası'nda yemek molası veriyoruz. Mumbar, büryan ve felik pilavı yiyoruz. Hepsi de çok lezzetli.

Çıkışta surlar hakkında biraz bilgi alıyoruz ve Roma, Bizans, Osmanlı izlerinin üçünü de taşıyan nadide yapılardan olduğunu öğreniyoruz. Çaprazında bulunan İtfaiye Binası ise İlk Milli Dönem eserlerindenmiş. Burak binanın döşemelerinden bunun nasıl çıkarılacağını anlatıyor. Sonrasında da Fatih Camii'nin çaprazından ilginç bir tatlı yiyoruz. Sadece buradaki dükkanda yapılan Sarma Tatlısı, oldukça değişik bir lezzet. Revaniye benziyor en çok ama onunla bile alakası yok.

Ardından At Pazarı Meydanı'na geçiyoruz. Burası Osmanlı zamanında at pazarıymış gerçekten. Burada da çay içiyoruz. Biraz ileride Osmanlı'nın ilk dokuma fabrikası var. Orası da kapalı, sözde hala çalışıyormuş bazen. Hava kararırken Fatih Külliyesi'ne giriyoruz.

Burası Fetih'ten sonra Osmanlı'nın kendi başkentini oluşturma amacıyla yaptığı ilk eser. İslam şehir planlarına bakarsanız şunu görürsünüz: Merkezde bir cami kompleksi vardır. Hemen çevresi ticaret alanıdır. Bir tarafı zenginler mahallesidir. Ticaret alanını orta kesimin meskenleri çevreler. Şehrin en dışında da düşük gelirliler oturur. 1950'lere, hatta 80'lere kadar Bursa bu yapının tipik bir örneğiydi. Şimdi tamamen batılı şehir planına döndü, tüm Türkiye'de olduğu üzere.

İşte Fatih Külliyesi de İstanbul başkenti için merkez cami kompleksiydi. Kompleks derken sadece camiyi kastetmiyorum. Bu yapıda aşevi, imarethane, kütüphane gibi halkın günlük ihtiyaçlarını da karşılayacak yapılar vardır. Amaç, merkezin ruhani bir özelliği olmasının dışında şehrin merkezini canlı tutacak etmenleri de ihtiva etmesidir.

Fatih Camii, gezimizin son durağıydı ama gün daha bitmedi, hava kararsa da.

Oradan Süleymaniye'nin arkasında enfes bir manzarası olan bir kafeye oturduk. Tavla oynadık, güldük, eğlendik. Çıkışta Kadıköy vapuruna yetişelim diye hızlandık çünkü son vapurdu. Tam Eminönü'ye geldik ki gemi kalkmak üzereydi. İstem ile hızlıca koştuk ki arkadaşlarımızla vedalaşamadık.

Vapura bindik, oturduk. Uzakta bir karartı gördüm, Burak'a benzeyen, vapurun içinde. Neden binsin ki derken (evi Şişli'de!) bu sefer bizi dikizlediğini gördüm. Kalkıp ona doğru yürürken kaçmaya başladı. Sonra bir baktım yanında da Filiz! İyi de neden kaçıyorlar!?! İstem ile tüm vapurda bunları aradık, yoklar. En sonda yine oturduk. Gördüğümüze eminiz ama nedenini kavrayamıyoruz, Filiz de İstinye'de oturuyor çünkü ve saat 21.15! 2 dakika içinde bunlar gülerek yanımıza geldi. Çılgınlık yapmak istemişler, aferin dedim.

Sonra Kadıköy'de bu çılgınlıkları şerefine birer bira içtik ve onları uğurladık. Evime dönerken çok yorgundum ama bir o kadar da huzurluydum.

Bu güzel gezi için Burak Avcı başta olmak üzere; İstem'e, Filiz'e, Hilal'e, Engin'e ve Onur'a çok teşekkürler!!!

Hiç yorum yok: