19 Temmuz 2007 Perşembe

Günümüz Türkçe Müziğine Tepeden Bir Bakış

Hangi tür müzikten hoşlanırsınız? Pop, rock, acid, caz, blues, metal, progressive, klasik, arabesk, world music, rai, rap, hi-pop, R&B, soul, Türk sanat müziği, türkü, Latin, tango. Liste uzar gider. Eminim tek bir tür dinlemiyorsunuz. Mutlaka dinlediğiniz birkaç tür var ama bazı türleri de ara sıra dinlersiniz. Tabii, nefret ettikleriniz de vardır, üstelik birkaç tane. Lakin, bazen kimsenin bilmediği, o türden de hoşunuza giden birkaç şarkı oluyordur. Yanlış mı düşünüyorum?
Boşuna müzik ruhun gıdasıdır dememişler. Müzik dinlemeyen bir tane bile insan olduğunu düşünmüyorum. Balta girmemiş ormanların ortasındaki bakir kabilelerde bile müzik kültürü vardır. Çünkü bahsettiğimiz olgu insanın en önemli duyusunun bir türevinden meydana gelmekte. Sesin hoşa giden haline müzik diyoruz. Bu yüzden son yıllarda müzik kavramı da değişti zaten. İsterseniz, yıl kavramını genişletelim, yüzyıl diyelim.
Şu an insan, salt kendi gırtlağıyla bile müzik yapabilmekte. Oysa çok değil bundan 100 yıl önce birkaç tür mevcuttu. Batıda klasik ve kilise müziği vardı, tabii savaş marşlarını da katmalıyız bunun içine. Anadolu’ya baktığımızda, halk müziği, ilahiler, Osmanlı’nın son asırlarında oluşmaya başlayan Türk Sanat Müziği vardı. Herhalde Münir Nurettin, Tarkan’ı görse garip olurdu.
Aslında bu uzun girişi yapmamdaki amacım, şu an dinlediğiniz çoğu şarkının insanlık tarihine kıyasla ne kadar genç olduğunu belirtme isteğim. Bugün çoğu insan rock’ı bile 10 alt türe bölüyor, halbuki 30-40 yıl önce rock kelimesi bile mevcut değildi. Günümüz müziğine biraz da bu açıdan bakmalıyız bence. Bu kapitalist dünya elbet müziğe de sirayet ediyor. Çoğu parçanın ömrü 2-3 aydan fazla değil. Bugün Tarık diye bir şarkıcı olduğundan habersiziz, halbuki 5-6 yıl önce en çok satan albüm onunkiydi. Tüketim toplumu, şarkılar kadar icra edenleri de tüketip çöp kutusuna atıyor. Bu hızlı tüketimin önüne nasıl geçilir peki? Kaliteli müzik yeterli mi? Öyle zamanlardan geçiyoruz ki artık kalite bile yetmiyor. ‘Raiting’ denilen olguya kapılmış gitmişiz. Kaçımız Pinhani diye bir gruptan haberdarız? Sezen Aksu tekelinde bir pop müzik inşa etmişiz gidiyoruz. Sezen’den parça yada hayır duası alamayan popçu ezilmeye mahkum. Sizce Aksu çok mu kaliteli?
Ben bu yazıyı doğal olarak subjektif yazıyorum, çünkü müziğe objektif yaklaşmak neredeyse imkansız. O yüzden, bu yazı sadece benim müzik zevkimi anlatmaktadır.
Ben pek yerli müzik dinleyen bir kişi sayılmam. Ama her Türk gibi dinlediğim zamanlar mevcuttur. Bazı zamanlar artar, bazı zamanlar da azalır. Gündelik durumuma bağlıdır biraz (mod kelimesi daha uygun galiba). Daha çok da eski parçaları dinlerim, çünkü yenilerin pek gerçek bir şey üretmediği kanaatindeyim. Bazen bu, ters tepiyor; iyi müzik yapan birini geç keşfedebiliyorsunuz. Sonuçta, zemini oynak bir piyasadır, müzik piyasası. Biraz da zamana bakar. Zamanından geç veya erken albümler elenir hemen. Tabii, erken olanlar gün geldiğinde değerine kavuşur ama iş işten geçer.
Kişisel zevkime paralel müzik olan her şeyi hoş görü ile dinleme taraftarıyım. Bir tek arabeski müzik adı altında tutmadığım için dinlemiyorum, tıpkı kendine popçu deyip piyasaya oynayan kişiler gibi. Arabesk direkt halkı sömürmek için türetilmiş bir türdür. Zamanında felsefe hocam, arabesk gibi türlerin ancak sosyo-ekonomik düzeyi düşük toplumlarda dinleyici bulduğunu söylemişti, katılmadan edemiyorum. Olayı kişi bazına indirmek istemiyorum çünkü arabesk, piyasa bir tür olduğundan kişiler her zaman zamanın şartlarına uymuştur. Ama içlerinde gerçekten saygı duyulası isimler mevcuttur. Mesela İbrahim Tatlıses, dinlemesem de adamın dünya çapında bir sesi olduğunu inkar edemem ve kimi zaman da kulak ucuyla da olsa dinlerim. Yine Orhan Gencebay, şarkıları bana çok ters ama gerek müziğe bakışıyla olsun gerek piyasadaki duruşuyla takdir edilmesi gereken biri. Yine bu alanda kimi zaman kendisini dinlettiren adamlar var ama bir yaptıkları diğerini tutmadığı için İbo ve Orhan Baba’nın yanına yaklaşamıyorlar.
Gelelim pek hoşlanmadığım diğer bir türe, aslında birkaç türe ayrılıyor fakat ben rap deyince hepsini (hi-pop, R&B,vb.) kastediyorum. Amerika’dan ihraç bu türün neden Türkiye’de yapıldığını pek anlamıyorum. Ceza gibi popüler icracıları var, nefret etmesem de uzak durmayı tercih ediyorum.
Çok az dinlediğim başka bir türse klasik müzik. Mozart dinlemek 10 dakika için ferahlatıcı olabilir ama 11. dakikada sıkılmaya başlıyorum. O yüzden Fazıl Say, Suna Kan, İdil Biret gibi klasik müzik icra edenleri dinleyemiyorum. Aynı sebepten opera ve bale de izleyemiyorum/dinleyemiyorum.
Dans müzik ve türevleri de pek ilgimi çekmiyor. Gerçi Türkiye’de bu alanda kaç kişi var diyebilirsiniz ama en azından türü deneyen gruplar sayılabilir. Mercan Dede, Murat Uncuoğlu gibi Türk DJlerini de unutmamak lazım. Yavaşça yükselişe geçebilecek bir potansiyeli var bence, baksanıza Sertab bile şarkılarını remiksledi.
Öte yandan bazen iç çekerek dinlesem de şarkı listemi (playlist) çok az ziyaret eden diğer bir tür ise Türk halk müziği. Saygım sonsuzdur ama türkü adı altında kazıklanılmaya ulaşılan arabesk şarkılarına da karşıyım. Türkü başta Pir Sultan Abdal, Karacaoğlan, Dadaloğlu misali ozanlar olmak üzere Ruhi Su, Aşık Veysel, Musa Eroğlu, Arif Sağ gibi ustalardan dinlenmelidir. Yenilerden hakkı verebilen, ne yazık ki, çok az; Yavuz Bingöl, Şükriye Tutkun, Kubat gibi bir avuç kişi haricinde popülizm tuzağında türküleri hiç edenler var. Çok olmasa da birkaç favori türküm vardır: ‘Recebim’, ‘Fırat’, ‘Sarı Gelin’, ‘Urfa’nın Etrafı’ ve ‘Çökertme’.
Türk Sanat Müziği de saygı duyduğum ve belli zamanlarda dinlemekten çok zevk aldığım bir türdür. Bilhassa içki masasında layığıyla söylenirse dinlemeye doyum olmaz. Ne yazık ki halk müziği örneğinde olduğu gibi bu tür de popülizmin kıskaçları arasında. Yeni bir şarkı yapılamadığı (‘Lale Devri’ gibi popülist şarkılar bu türe giremez, 10 yıl sonra kaç kişi ‘Lale Devri’ni isteyecek acaba?) için belli bir kısır döngüye kapılmışsa da şarkıların güzelliği asırlar boyu devam edecek cinsten. Hele Zeki Müren, Münir Nurettin Selçuk, Müzeyyen Senar, Ahmet Özhan gibi sanatkârlardan dinlemek apayrı bir duygudur. ‘Bu Akşam Bütün Meyhaneleri Dolaştım İstanbul’un’, ‘Kimseye Etmem Şikâyet’ ve de ‘Biz Heybeli’de’ her zaman dinlemekten mest olduğum şarkılardır. Bir de Münir Nurettin’den ‘Aziz İstanbul’.
Popa gelebiliriz artık. Ben 6-7 yaşındayken bir anda patlayıp, şiddeti biraz azalsa da esmeye devam eden pop fırtınası ne adamlar çıkarıp batırdı. Ateş diye garip bir şarkıcı vardı, adamın 2. klibini bile göremedik. Emel’in ortağı Çelik vardı. Seden Gürel, hatırladıkça korktuğum, absürd bir kıyafet giyiyordu. İnsanlar o kadar popülistti ki bir albümünü çocuklara adayan kişi, sonrakinde seksi kadın oluyordu. Piyasaya hızlı girip Burak Kut (son albümü yine umutsuz vaka) gibi kendini harcayanlar da vardı, giderek yükselişe geçenler de. İçlerinde dinlediğim sadece şu isimler var: Fatih Erkoç, MFÖ, Grup Gündoğarken, Yalın, Yaşar (son albümü berbattı ama olsun), Emre Altuğ, Fikret Kızılok, Bülent Ortaçgil, Barış Manço, Kenan Doğulu, Levent Yüksel, Sertab Erener, Müfide İnseler, Nev, Tanju Okan ve Yeni Türkü. Bunların haricinde Ferhat Göçer mesela, konser performansı inanılmaz ama albümleri bariz kötü, bu açıdan Anastacia ve Joss Stone’a benzetiyorum onu, üçü de seslerine layık albüm çıkartamıyorlar. Onno Tunç ölene kadar Sezen Aksu şarkılarına saygım sonsuzdur ama sonrasını dinlemiyorum. Tarkan Türk müzik tarihinin nadide vokallerinden biri, son zamanlarda kendini harap etse de, hala dinlenmeye layık. Kayahan ve Nilüfer zamanının önde gelen popçularından, gayet kaliteli işleri var, ama kendilerini yenileyemiyorlar. Zuhal Olcay çok iyi bir vokal ama kişiliği ile albümleri birbirini tutmuyor. Ayrıca bazı şarkılarını severek dinlediğim, saygıyla diğerlerini de dinleyebileceğim çok az daha şarkıcı var, Aşkın Nur Yengi, Emel Müftüoğlu, Zeynep Dizdar, Ajda Pekkan gibi. Dün akşam dikkate değer bir tespit yaşandı televizyonda. Ferhat Göçer televizyonda Barış Akarsu’nun öldüğünü açıkladı ve anısına ‘Islak Islak’ okundu. Genç şarkıcının ölümü üzücü ama arkasından kaplama (cover) denmeyecek bir Cem Karaca şarkısının okunması çok ilginçti!
Aslında az da olsa alternatif müzik yapanlar var. Ama bunların oranı, genel baktığımızda çok az. O yüzden de pek kaale alınmıyorlar. (İstanbul Blues Company, Laço Tayfa, Babazula gibi) Bir de yaptıkları pop görünüp de benim ana akımdan ayrıldıkları için alternatif bulduklarım var. En güzel örneği de Nil Karaibrahimgil. Kendi tarzında dilediği gibi müziğini yapıyor.
Son olarak, son yılların favori ve fazla şişirilmiş türü rock’a gelelim. Türk rock tarihi ne yazık ki çok eskilere gitmiyor. 80’lerde Avrupa, Pink Floyd ile sarsılırken biz türkücü dönemine daha yeni giriyorduk. Erkin Koray, Bulutsuzluk Özlemi gibi nadide örnekler ise zamanın piyasasında sadece belirli bir kesime hitap ediyordu. Aslında şu anda baktığımda o yılların rock müziği, benim rock tercümemle pek örtüşmüyor ama olsun. Daha sınırlı kesime hitap edenler de varmış tabii, Pentagram ve Mavi Sakal örneğinde olduğu gibi. Bu iki grubun Türkiye’de bazı ilkleri gerçekleştirmiş olmaları da dikkate değerdir. Öte yandan, Türk rock’ının patlaması 90’ların sonuna denk gelebildi. Gerçek rock dinleyici de bu dönemdeki lise-üniversite gençliğiyle oluştu. (Bazı eski rockçıları saygıyla anıyoruz) Türü fişekleyenlerin arasında Duman ve Mor ve Ötesi gelmekte. Duman’ı farklı kategoriye alarak o zamandan bugüne kaç grubun gerçek manada rock yaptığı da tartışmaya açıktır. Çoğu eski bir popüler şarkıyı kaplayarak piyasada yer edinebilmiştir. Bu konuda belki de tek istisna Kargo. Sonuçta rock türü de üzerindeki popülist rüzgar sönünce silkinecektir ve gerçek rock yapanlar elek üstünde kalacaktır. Benim görüşüme göre bunlar arasında Duman, Malt, Pinhani, Kargo gibi gruplar bulunmakta. Tabii bunların arasından da kaçı müziğini gelecekte aynen devam ettirir, orası da meçhul. En azından her yıl çıkan 1-2 kaliteli rock albümü bile bizi sevindirmeye yetiyor.
Son tahlilde, Türkçe müziği bir geçiş döneminde. Yerel unsurları kullanıp dünyaya açılma hevesinde bir nesli dinlemekteyiz. Kimi popülizme boyun eğerken kimi de her şeye rağmen gerçek müziği icra etmeye çalışıyor. Yazıyı bir soruyla bitirmek belki de en mantıklısı: Hülya Avşar mı yoksa Gülben Ergen mi? Yoksa?...

Hiç yorum yok: