19 Temmuz 2007 Perşembe

Mercedes-Benz Türk İzlenimleri

İsterseniz ilk önce konuya tersten yaklaşalım. Ben Mercedes’ten neler bekledim, bu stajdan önce? Bu yazıyı yazan ve yarın itibariyle Mercedes’te stajı tamamlanacak olan kişi, makine mühendisliğini kerhen seçmiş biridir. Ülkemizin güzide eğitim sistemi ve gelecek korkusuna paralel olarak İTÜ Makine Mühendisliği’ne girdim, bundan 4 yıl önce. Sonuçta “Ben bu okulda neden okuyorum?” ile “İş imkanları gerçekten fazlaymış.” ikilemleri arasında bir 4 yıl geçirdim. Mezun olmama 1 yıl var ve hala ne istediğime karar vermiş değilim.
İşte böyle bir ortamda, geçen yıl yaptığım verimsiz stajı saymazsak, gerçek bir iş deneyimine ihtiyacım vardı. Diğer bir deyişle, teorik olarak okuduğum şeyin pratikte ne olduğunu anlamam gerekliydi. İlk staj yerim beni tatmin edemeyecek kadar ufak, 72 kişilik bir fabrikaydı. Tabii, burada hemen şu parametre devreye giriyor: beni tatmin edecek bir iş yeri nasıl olmalı? Mercedes stajım sırasında daha iyi anladım ki ben büyük bir kuruluşta çalışmalıyım. Neden? Birincisi, kişilik olarak İngilizce tabiri daha manidar olan ‘man about town’ cinsinden biriyim; yani şehir adamıyım hatta büyük şehir adamıyım. İkincisi şehri seven biri olarak bir takım hayat standartlarım var, cumartesi çalışmamak, festivallere gitmek, vs. Bu standartlar ancak büyük ölçekteki bir kurumda karşılanabilir. Üçüncüsü böyle kurumların bir sistemi vardır ve oturmuştur. Bu sisteme entegre olmak kolaydır. Dördüncüsü, böyle kurumlar çalışanlarına önem verir, özel hayat sigortası, tam ödenen emeklilik primleri gibi. Burada bir parantez açalım. Kapitalist sistemin gereği olarak sermaye sahipleri çalışanlarından çok iş, az harcama beklerler. Özellikle artan işsizlikle birlikte arz-talep grafiğinin çalışan aleyhine kayması ile bu sorun daha da belirgin hale gelmiştir. Parantezi kapatabiliriz. Beşincisi, belki de en önemlisi, Türkiye’nin ekonomik ve siyasi durumu herkesin malumudur. Yüzlerce yıldır stabil bir hale gelemeyen bir ekonomiden bahsediyoruz. Böyle bir ortamda, çalışacağınız iş yerinin uluslar arası nitelikte olması çok önemlidir. Böyle bir kuruluşun çalışanına bakış açısı ve elbette sağlayacağı faydalar daha farklı olacaktır.
İşte bu bakış açısına sahip olarak Mercedes’i seçtim. Amacım uluslar arası niteliğe sahip bir kurumun nasıl işlediğini görebilmekti. Kerhen mühendislik okuyan biri olarak Mercedes hakkında teknik bir bilgim yoktu. Hatta İstanbul’da otobüs üretildiği hakkında bile pek bilgim yoktu.
Şimdi esas sorumuza geçebiliriz: Mercedes’te neler gördüm?
Öncelikle benim tüm beklentilerimi karşıladığını söylemeliyim. Yukarıda da değindiğim üzere amacım uluslar arası bir kuruluşun çalışma şeklini anlayabilmekti. Bu açıdan izlenimlerim olumlu oldu. Belli bir organizasyon şeması içinde çalışan elemanlar kendilerine verilen görev çerçevesinde çalışıyorlar. Sistem oturmuş olduğu için çok aykırı bir sorunla karşılaşılmıyor. Mesela karoseride oluşan maksimum sorunlar; malzeme eksikliği ve temini, nadir görülen iş kazaları veya iş akışında görülen ve muhtemelen maksimum bir gün içinde çözülen aksaklıklar. Bunların dışında çok absürd bir sorunla karşılaşılmıyor. Bir mühendisin çalışma hayatı rutin işlerle geçiyor. Görevi doğrultusunda gerekli evrakları, belli periyotlar dahilinde, hazırlamak ve gerekli denetimleri yapmakla geçiyor günleri. Zaten organizasyon şemasında kimin ne görevi olduğu muntazam şekilde belirtildiği için ekstra bir sorun çıkmıyor.
Çalışma koşulları gayet iyi. Fabrikanın mimarisi çalışma şartlarına uyumlu, gerekli motivasyonu verecek şekilde düzenlenmiş. Yeşil alanlar çok güzel düzenlenmiş, böylece çalışanın gerekli zamanlarda iş stresinden kurtulabilmesi için alanlar yaratılmış. Fabrikanın yerinin uzak olduğu düşünülebilir fakat bir megakent olan İstanbul’da bulunması sebebiyle fazla bir seçeneği olmadığını düşünüyorum. Yemek düzeni biraz ilginç gelse de genelde yemek uygulaması gayet iyi. (Her ne kadar kapanacak olan Davutpaşa Fabrikası’nda yemekler daha leziz olsa da) Bunun yanında spor salonu yapılarak çalışanın deşarj olabileceği ekstra bir alan yaratılmış. Bu arada çalışan derken mavi yaka, beyaz yaka ayrımı yapmıyorum. Bu ayrım kurum içerisinde minimuma indirilmiş. Bu da kuruma ekstradan bir kazanç sağlıyor. Çalışanların hemen hemen hepsi konusunda eğitimli ve uzman.
Kurum çalışanına değer veriyor. Tatil imkanları, çalışma saatleri ve diğer imkanlar dengeli dağılmış. İlk bakışta mesai başlama saati çok erken gelmişti ama sonra düzeni gördüğümde mantıklı geldi. Çünkü kapitalist bir düzende ve hızlı yaşayan İstanbul gibi bir kentte yaşıyorsanız, buna alışmak zorundasınız. Çünkü oyunun kuralı bu.
Gelelim, iş bölümüne. Karoseri bölümünü pek ilgi çekici bulduğumu söyleyemem. Sahaya inip, gözlem yapıp, operatörlerle birebir çalışıp onları yönlendirmek bana göre değil. Belli rutin evrakları hazırlamak da keza. Ben, kişiliğimin sonucu olarak, sürükleyici bir ortamda çalışmalıyım. Mesela, üretim planlama. Bir parçanın eksik olması ve onu telafiye çalışmak yada aksayan bir işi rayına oturtabilmek belki stresli ama akıcı. Sürekli takip edilecek bir şeyler var ve asla rutine bağlamıyor. Bu bakımdan Mercedes’teki iş akışı gelecek planlarım için yararlı oldu. En azından neyi istediğimi az çok kestirebildim. Mesela zaman etüdü yaptım, bence çok sıkıcı. Operatörün başında kazma gibi bekle ve ne yapıyorsa yaz. Bir ara adımlar sayılacak, dediler; deli gibi baktığımı hatırlıyorum.
Hayat felsefesi olarak hayattaki herkesin bir görevi olduğuna inanıyorum ve hayatta esas olanın o görevi bulmak olduğuna. Tabii 20 iş günlük bir gözlemle bütün iş hayatıma yön verecek değilim, ama en azından geleceğime dair bir fikrim oluştu. Çalışma ortamının nasıl olduğu; neler barındırdığı; ne gibi avantajlar, dezavantajlar getirdiği; böyle bir kurumda işlerin nasıl yürüdüğünü gözlemledim. Böylece amacıma da ulaştım. Çünkü çok idealist bir mühendis adayı olduğum söylenemez. Sahaya çok inmedim, operatörlerle çok konuşmadım (onları küçük gördüğümden değil, işlerini sevmediğimden, kaynağı kaç adımda yaptığı açıkçası bana pek bir şey ifade etmiyor; tam tersine çok ilginç operatörlerle tanıştım, bu yönden de stajın çok faydalı olduğu söylenebilir), çok soru sormadım. Fakat bana ne denildiyse elimden geldiğince yapmaya çalıştım. Çok ilgimi çekmedikçe konuyu fazla irdelemedim. Elimden geldiğince fabrikanın her yerine bakmaya çalıştım, nerde neyin nasıl yapıldığını göz kararı da olsa anlamaya çalıştım. İleride otomotiv alanında çalışmasam da genel kültürüm bayağı arttı. Bir otobüsün nasıl oluştuğunu, ne aşamalardan geçtiğini öğrendim. Fabrikanın nasıl bir şekilde çalıştığını, nasıl yürütüldüğünü anlamaya çalıştım. Bu bakımdan stajımdan fena halde memnunum.
Son tahlilde genel bir bakış açısından geçen 20 güne bakalım. Mercedes-Benz Türk’ün esas kazancının otobüs ve kamyon olduğunu öğrendim ve esas bu alanda yoğunlaştığını anladım. Uluslar arası bir kuruluşta işlerin nasıl yürüdüğünü, nasıl çalışıldığını gözlemledim. Gelecek planlarımda nelere dikkat etmem gerektiğini, oyunun nasıl oynanması gerektiğini öğrendim. Önemli olanın disiplin olduğunu ve yabancı dilin çok önemli olduğunu kavradım. Zaten bildiğimiz ekip çalışmasının gerekliğini biraz daha özümledim. Diyalog kurmanın detaylarını gözlemledim. Bir operatörle bir mühendisin, bir olaya ne açılardan yaklaştıklarını gördüm, bunun nedenlerini irdeledim, az da olsa sonuçlarını çıkarmaya çalıştım, kendi adıma tabii ki. Bütün bu tempoya rağmen hayatın devam ettiğini gördüm ve nasıl denge kurulması gerektiği hakkında düşündüm. Ayrıca (bu biraz bana özel) fabrikada geçen bir film hakkında düşündüm, belki ileride bundan güzel bir senaryo çıkartırım.
Kısacası bu stajın bana yararlı olduğu kanaatindeyim. İlginç bir deneyim olduğu kesin. İleride mühendislik yapmasam da ilginç bir anı olarak hatırlayacağım yada tam zamanlı mühendis olacağım ve bu deneyimlerimden yaralanacağım, belli mi olur!

Hiç yorum yok: