3 Ağustos 2008 Pazar

İTÜ Makine Anıları No:3

Otomotiv kolu

İTÜ Makine’de son sınıfta herkes kol seçimi yapar. 5 kol bulunur: Otomotiv, sistem, tesisat, enerji, konstrüksiyon. En popüleri otomotivdir çünkü en kolayı odur, bu yüzden belli bir ortalama isteyen tek koldur. Tesisat kolay olsa da proje ödevleri zordur. Lakin tesisat sektöründe iş bulmak daha kolaydır. Sistem en zorudur ama geleceğin makine koludur. Otomatikleşen dünyada sistemci ihtiyacı her geçen gün daha da artmaktadır. Enerji ve konstrüksiyon kolları hakkında pek bilgim yok açıkçası.

Otomotivde çok rahattım. Nerdeyse hiç ders dinlemedim, defter kullanmadım. Sadece ilk dönem 2 kitap aldım. İkinci dönem gerekli kitapları hoca sitesine koyuyordu, indirmemiz için. Zaten ders notları da siteden indiriliyordu. Sınavdan önce 2-3 gün çalışmak yetiyordu. Dersler yarı ezber yarı sayısaldı ve kolaylıkla anlaşılıyordu.

Tek seçmeli dersimi tesisattan aldım, Yangın Güvenliği. Hocası Türkiye’de yangın konusundaki tek isimdi. Yangın güvenliği kanununu yazan ve çıkartan kişidir ve yanılmıyorsam hala İstanbul İtfaiyesi’nin başında. Hatta şöyle bir anısını nakletmişti: 89’da Japonya’da bir kongredeyken CNN hocayla röportaj yapar ve sorar, İstanbul’da olası bir deprem durumunda yangın planınız nasıl. Hoca gayet açık olarak, yangın ihtimali bulunmadığını çünkü tüm binaların yıkılacağını belirtir. Derse gelirsek eğlenceli olduğunu belirtmem lazım.

Proje Tasarım

Dersin amacı öğrenciyi bitirme projesine hazırlamaktır lakin bence buna pek gerek yoktur. Yine de sektöre girecekler için yararlı bilgiler anlatılır. Dersin esas bombası 2. vizedir. Bu vize ilk 6 yarıyılda öğretilen derslerden sorulan bir testtir. İşte bu testte ben hiçbir şey bilmediğimi anladım çünkü 70 sorudan sadece birini %100 emin olarak cevapladım. Bu açıdan yola çıkılarak mühendislik mezunlarının ne kadar mühendis olduğu irdelenebilir. Boş ver.

EPGİK

EPGİK adının manası benim için bambaşka. İTÜ Makine’yi gün geçer unutabilirim ama EPGİK’i kolay kolay unutacağımı zannetmiyorum. Öncelikle bilmeyenlere özet geçeyim: EPGİK’in açılımı Endüstriyel Proje Geliştirme ve İşbirliği Kulübü’dür. Kulübün amacı adında saklı, makine öğrencisiyle sanayiyi daha okuldayken buluşturmak. Bunun için teknik projeler hazırlanır, stajlar ayarlanır, kariyer fuarı yapılır. Bunun dışında asosyal olan genel makine öğrencisi sosyalleştirilir. Bu alanda da dergi çıkar, ödül töreni düzenlenir, partiler, özel organizasyonlar yapılır.

Ben EPGİK ile topal dönemimde tanıştım. O zamanlar zaten az makineci tanırdım, Burak ile Uğur bana kulübü anlatılardı. Ama ben asıl Sinema Kulübü’nde aktif olduğumdan ve Gölet’te kaldığımdan toplantılara katılmak zor gelirdi ve üye olmadım. 2. sınıfta ne zaman Ortabahçe (dergi) çıktı, ben EPGİK’e adım attım. 2. sayıdan itibaren dergide yer aldım ve Uğur beni cebren üye yaptı. 3. sınıfta ben Sinema Kulübü’nden bayınca, makinede daha fazla zaman geçirince ve kulüp daha fazla hoşuma gidince ben daha fazla girer çıkar oldum.

Şimdi EPGİK tam bir arkadaşlık tayfasıdır. Giren bağlanır, bir daha çıkamaz, yediği içtiği hep bir olur. Öyle ki EPGİK’e üye olmayan makineciler sana garip gelmeye başlar. Ben hiçbir zaman o pozisyona girmedim. Bu iyi mi, kötü mü bilemeyeceğim. Bundaki esas faktör benim makineyi hiç tam manasıyla sevmememdi ve başka kulüplerle bağlantım hep devam ettiğimden tamamen EPGİK’e bağlanamamamdı. Biraz da bu kadar bağlılık bana garip gelirdi. Tabii ki 3-5 arkadaşın olur, her şeyini paylaşırsın, normaldir. Ama kişisel olarak 20 kişinin paso birlikte takılması bana garip geliyor, sizi bilemem.

Asıl anlatmak istediğim şu ki bu arkadaşlığın giderek tipik Türk sol kesimi arkadaşlığına meyletmesi. Bunu politik anlamda değil (asla bunu demem, diyemem), yapı olarak benzetirim. Şöyle ki kulübe girenler bir süre sonra kulüpten başka şey düşünemiyorlar ve hep bir arada takılıyorlar (buraya kadar doğal) ama bu gruba girmeyenleri bir bakıma dışlıyorlar ve bir EPGİK idealizmi oluşur.

Mizah’ı (makinenin diğer kulübü, sosyal organizasyonlar düzenler) çeşitli nedenlerle hiç sevmemişimdir ama EPGİK hep Mizah’ı abartılı olarak ezmiştir, hep kin tutmuştur. Aynı şekilde makinede tek tabanca olmak ister hep, tıpkı Baykal’ın hep tek tabanca olması gibi. Hiçbir zaman EPGİK dışı bir aktiviteye olumlu yaklaşıldığını görmedim. Oysa ki nihayetinde EPGİK de bir öğrenci kulübüdür. Mesela KSB (İTÜ’de kulüplerin bağlı olduğu, hiç sevmediğim birim) EPGİK’i bir yıl önce kapatmıştır. Kapatma şekli kötüdür ama nedeni gayet açık ve mantıklıdır. Ben son bir yıldır kulüpte kimsenin kapatma nedeni hakkında konuştuğunu görmedim ve bu neden hakkında kimse de özeleştiri yapmadı. Ben bile olayı diğer kulüplerden duydum ve KSB’nin bir toplantıda delillerle olayı anlattığını biliyorum. Kulüpte herkes hala KSB’nin EPGİK’i çekemediğini düşünüyor çünkü kimse konuşmuyor. (KSB kulübü hayatta açmaz bence ve dekan değiştiği anda EPGİK gayriresmi olarak da kapanır.)

Neyse, EPGİK her şeye rağmen beni makineye bağlayan nadide unsurlardandır. İçinde çok sevdiğim insanlar vardır (Sıvat hariç) ve sağ olsunlar kulüp de beni her zaman saymış ve sevmiştir.

Ortabahçe

EPGİK nasıl makinedeki canımsa, Ortabahçe İTÜ’deki canımdır, gurur kaynağımdır. Dergide galiba 11 sayıda yazdım, 2’sinde editörlük yaptım. Dergi zaman içinde çok gelişmiştir.

Öncelikle bizim amacımız dergiyi İstanbul’da bilinen ve okunan bir dergi yapmaktı ama yapamadık. Yapılmaz mı ilerde, çok olası ama çok önemli unsurları halletmesi gerek. Ortabahçe bir EPGİK markasıdır ve EPGİK her zaman Ortabahçe’yi kontrol etmiştir ki çok doğaldır. Ama çeşitli unsurlarda tökezlenmiştir. Bir kere derginin yayın politikası hiç belirlenemedi. Kah sadece sanat dergisi olduk kah teknik-sanat kah da ucube bir dergi. Bu yüzden yazılara hiç değer verilmedi. İlk sayılardaki copy/paste mantığı terk edildi ama bu sefer de kim ne yazmışsa konuldu. Bütünlük, okunabilirlik, uygunluk hak getire. Tek amaç vardı göze hitap. Aman tasarım iyi olsun, güzel görünsün, vs. düşünceleri dergiyi bence mahvetti. İçerik dolmadan makyaj yapıldı. Hal böyle olunca, dergiyi alan insan bir bakıp dergiyi çöpe attı. Çarpıcı bir örnek vereyim: Çok güzel ama içi boş bir kız sizin elinize düştü, naparsınız? Valla ben tek geceden sonradan şutlarım ama sizi bilmem. Ortabahçe resmen bu pozisyondaydı.

Geçen yıl beni ve Şero’yu editör yaptılar. Yazıları aldık, ağlaya ağlaya editledik (Türkçe bilmeyenler yazı yazıyordu, öylesi). Aradan bir ay geçti, prototipi gördüm ve şok! Benim 10 saatlik emeğim çöpe gitmiş, editlenmemiş halde tasarım yapılmış, üstelik tasarımcılar bana ve Şero’ya kaymış. Valla ben bir işi şerefimle yaparım, yapamayacağımı da yapmam. Okuyan adam yanlış bir kelime görse kime kızar, editöre ama editör olarak işi yaptığım halde yapmamış gözüküyorsam, çok affedersiniz ben o işi hiç yapmam. Ben editörlüğü bıraktım, arkadan sövenler olmuştur, umurumda değil.

Bunu niye anlattım sizce? Dergide işleyiş böyleydi. Siz ne yaparsanız yapın, yazınızı bir şekilde ele geçirenler mahvedebilirdi ve olay size patlardı. Sonra anlık başarılarda (ki bence başarısızlıklardı) pohpohlanmalar, “En büyük …, bizim …!” demeler vs.

Şu ana kadar hiçbir zaman okuyucudan bir eleştiri almadım. Mayıs ayında arkadaşlarla Sinema Kulübü’nın olası yayınını tartışırken biri Bilimkurgu Kulübü’nin 2 yıl önceki fanzininden bahsetti ve hala tadının damağında olduğunu söyledi. Ben Ortabahçe için hiç böyle bir anı duymadım. Çünkü hep unutulurdu. Oysa ki fanzin fotokopiden ibarettir, tasarım yoktur, yazıdan oluşur sadece.

Ortabahçe önce içeriğini doldurması gerek. Kulüp içinde bunu yapması çok zor. Bunun için Maslak’a gidip, yazar aramalıdır, yazılarını seçmelidir, bir vizyon belirleyip ona uygun yazı türlerini seçmelidir. Gerekirse baskı kalitesini düşürüp sayfasını artırmalı, okunabilirliğini artırmalıdır. İşte o zaman başarı olur, reklamlar da kendi kendine gelir. Çünkü kimse okunmayan yayına reklam vermez. Ortabahçe’nin daha çok yolu var.

Tüm bu yazdıklarımdan sonra şöyle bir kanı oluşabilir: Hem kulübü ve dergiyi seviyorsun hem de acımasızca eleştiriyorsun. Doğrudur ama ben böyle yetiştirildim. Sevdiğim şeylerin hep daha iyi olmasıdır, benim için önemli olan. Eleştireceğiz ki ileride de görebilelim, çökmesin sevdiğim insan/kurum/nesne.

İTÜ’de Sosyallik

EPGİK’i eleştirdim o kadar lakin Allah’ı var, İTÜ’deki en düzgün kulüplerdendir. Hep öğrenciye ders dışında da hayat olduğunu belirten bir kulüptü ve yaptığı şey İTÜ’de çok önemlidir. Çünkü bir teknik okul olarak İTÜ sadece dersleri düşünen bir kurumdur. Ders dışı aktivite manasında pek bir şey yapılmaz. Öğrenci kampüse sadece ders için gelir. Ders dışı ortam ölü bir kenti andırır, köpeklerin cirit attığı. Daha yeni yeni birkaç kıpırdanmalar başladı, kulüplerin faaliyet artışı, ana kampüse çarşı ve cafe açılması gibi. Tabii gittikçe daha da artacaktır ama öğrencinin bunlara uyum sağlaması ne zaman olacaktır, orası muammadır. Bir kere durmadan değişen ders programları öğrencilerin kafalarını döndürürken, fakülteler arası uyumsuzluk, yeni aktivitelere karşı idarenin şüpheci yaklaşımı, diğer sebeplerle birleşince ortaya farklı öğrenci grupları çıkıyor. Tabii bundaki sebeplerden biri de 21. yüzyılın şartlarıdır ki bu konuyu ‘Tipik İTÜ Kız Prototipi’ ve ‘Tipik İTÜ Erkek Profili’ yazılarımda irdelemeye çalışmıştım. Kısaca şunu söyleyebiliriz ki bir İTÜ bilinci hiçbir öğrencide yok. Bunu en güzel kep töreninde gördü, tüm okul. Kimse fakültesi hariç mezunlarla ilgilenmedi. Tam bir curcuna havası hakimdi. Bu yüzden okulun şu sistemi uygulayacağım dedikten sonra işin sadece idari ve eğitim bölümünü değil, sosyal yönünü de tatbik etmesi lazımdır. İşte o zaman bir İTÜ mezunu tamamen İTÜ’den mezun olabilecektir.

Bitirme Tasarım Projesi (Tez)

Projenin tam adı, ‘Zamanlama Zinciri Test Mekanizması Tasarımı’ydı. Açmak gerekirse dizel motorlarında kam ile krank arası zamanlama sağlayan zincirin aşınmasını, uzamasını, vs. ölçen bir mekanizma tasarlamak. Projeyi Damla ve Levent arkadaşlarımla yaptık. Önceleri hep ilk 2 ay yapalım bitsin diyordum ama ufak hazırlıklar hariç son 1 haftada her şeyi yazdık. Aslında hoştu, üç kişi olunca sıkılmadan yapıyorduk. Danışmanımız Özgen Hoca da rahattı. Gayet rahat bir süreçle tezi yazdık, teslim ettik. Sonra da sunum yaptık hocalara ve sunum da rahat geçti. Tıkır tıkır işledi her şey ve AA’mızı aldık. Tabii lisans tezi olduğundan fazla yenilik içermiyordu. Yalnız 93 sayfalık tez yazdık o kadar ve kimse okumadı (Özgen Hoca belki üzerinden geçmiştir) ve bana çok garip geldi. Sonra da düşündüm, zaten çoğu çeviri/copy-paste olan kaç metni hocalar okusa ne yapacaktı ki? Maksat adet yerini bulsun. Bu arada tezin önsözünde yazmadık, Emine’ye yemekleri için çok teşekkürler. Tezi hazırlarken hiç aç bırakmadı bizi, gerçi pudingi çay kaşığıyla yedirmeye çalışarak farklı bir deneyim yaşattı ama olsun.

Hiç yorum yok: