25 Kasım 2008 Salı

Bir İstanbul Seyranı

Bu sefer İstanbul daha bir güzeldi. Nedeni belirsiz. Daha çok keyif aldım, daha çok yer gördüm, daha çok arkadaş gördüm. İstanbul da sanki narin bir kız gibiydi, sürekli bana “Bak ne kadar güzelim ama sen benden uzaktasın.” der gibiydi.

Çarşamba günü her zamanki gibi hızlı bir Nilüfer yolculuğuyla başladı her şey. Daha İstanbul’a iner inmez arkadaşlar kokumu duymuş. Servisle Makine’nin önünden geçerken EPGİK’ten Yiğit aradı: “Abi seninle konuşmam gerek.” Telefonda hallediverdik sorunu. Ben de hemen Cihangir’de Gaea&Baykuş Sanat Evi’ne gittim. Orta okul kankam Barbaros ortaklarından biridir. Mekana bir tanıtım filmi çektirmek istiyormuş, beni düşünmüş, sağ olsun. Konsept hakkında uzunca konuştuk. Belalım ekonomik kriz onu da vurmuş, derin bir sohbet de kriz hakkında yaptık. Gitmeye yakın oda arkadaşım (eski oldu gerçi) Engin damladı. Engin’le oradan çıkıp İstanbul’daki ev sahibim Şero’yu beklemeye başladık. Şero vizeden çıkınca yine Cihangir’de çok ilginç bir lokantaya misafir olduk. ‘Misafir olduk’ dedim çünkü mekan evden farksızdı, zaten çok leziz ev yemekleri yapıyor. Cihangir’de olması sebebiyle sunumu gayet şık, kare tabak filan. Ama fiyatları şaşılası biçimde ucuz. Üç kap yemeğe sadece 5 YTL ödedim, hala şoktayım. Mekanın adı Pazı, şiddetle tavsiye ederim. Ardından bir cafede hafiften lafladık. Uzun gün böylece nihayete erdi.

Perşembe günü Şero ile öğlen yemeği ve ufak bir batak partisiyle başladı. Sonra ayaklarım beni ne hikmetse Maslak’a yönlendirdi. Okul hem değişmiş, hem değişmemiş. Metro inşaatı çehreyi değiştirmiş ve kampus hayatındaki değişiklikler dikkat çekici, mesela kütüphaneye bir tiki cafesi açılmış. Diğer yandan İTÜ bildiğiniz gibi, somurtkan tipler cirit atıyor. Yurt depozito işimi hallettikten sonra Müge ile biraz lafladık. Ders lafından hala sıkıldığımı o zaman anladım. Ne ise ardından Cevahir’e yollandım. D&R’da dolanırken sadece “Cevahir’deyim.” dediğim Engin beni buluverdi. Çok şey paylaşmışlık bu olmalı. Ertesinde Gloria’da kahve içerken entel takılarak beraber kitap okuduk. Şero damladığında yemek için sadece 15 dakikamız kalmıştı. Bu acele yemekten sonra Devlet Tiyatrosu’nda Ful Yaprakları’nı seyrettik. Türkiye için gayet modern, hatta postmodern bir oyundu. Bol felsefik diyaloglarına rağmen asla sıkmadığı kesin ama her beğeniye de uymaz.

Cuma yine Şero ile öğle yemeğiyle başladı. Niyetim boğazda güzel bir yürüyüştü. Ufak zihin fırtınalarından sonra Akmerkez’e kadar yürüyüp Ortaköy otobüsüne bindim. Ortaköy’den başladım yürümeye. Kulağımda Ipod, yavaş adımlarla Kuruçeşme’ye geldim. Oradaki bir parkta oturup biraz kitap okudum. Sonra Bebek’e kadar yürümeye devam ettim. Bebek’in ünlü badem ezmesinden 50 gram alıp (kilosu 100 YTL) Makine’ye gittim. EPGİK simalar haricinde değişmemiş. Aynı heyecanla çabalıyorlar ve eğleniyorlar. Ortabahçe toplantısı benim için eski günlere dair güzel bir yad oldu ama kulüp toplantılarının beni ne kadar sıktığını da hatırlamış oldum. Toplantıyı bitirmeden meydana çıktım. Atletizm tayfasıyla özleştik. Önce Asmalımescit’te bir yemek, ardından bir bar faslı. Barda bir içme oyunu oynadık. Herkesi daha iyi tanısam daha eğlenceli olacağı kesindi. Taksim’den sonra Kanyon’da Şero ile Hale’ye katıldım. Zaten onlar da kalkmak için beni bekliyorlardı Numnum’da. Günü güzel bir tavla maçıyla noktaladık.

Cumartesi sözde Şero, Hale ve İso’yla gezecektik. Şero’nun ani bir toplantısı çıkınca planlar suya düştü. İso’yu Kanyon’dan aldım. Burger King’te yemeğin ardından İstiklal’e çıktık. Pandora’nın yeni açılan (6 ay oldu gerçi) İngilizce kitapçısını inceledik. Enfes kitaplar vardı lakin okumaya zaman yetmez. Asmalımescit’te bir tavla attık. Ardından Karaköy’e indik. Batan iskeleyi şaşkınlıkla gördük, daha doğrusu göremedik. Odakule’de bir kahve içerken Şero aradı, eve dönün dedi. Engin’i de alarak evin yolunu tuttuk. Gece batak ve hemen ardından king partisiyle geçti. Disco Kralı’na biraz baktıktan sonra yattık.

Pazar günü uyanmamız 13.30’u buldu. Giyinip çıkmamız 15 etti. Şero’nun geldiğimden durmadan söylediği ciğerciye gittik. Levent’te Edirne Köftecisi’ni size de tavsiye ederim. Ciğeri, yoğurdu ve peynir helvası muazzam. Mideniz bayram ediyor resmen. Sonra Taksim’de yine king ve batak attık. İstiklal’i boylamasına yürüdük. Tramvay’da yenilen tatlının ardından eve döndük. Üçlü bir batak partisiyle günü sonlandırdık.

Pazartesi günü de İso ile beraber Bursa’ya döndük ve bu seyran da böyle bitti. Geriye anılar kaldı, bloga eklemek üzere.

Hiç yorum yok: