10 Kasım 2008 Pazartesi

Öylesine Notlar - 8

  • Televizyonlarda aniden çıkan yeni trendlere gıcık oluyorum. Çıkıyorlar, sonra tüketilip bir kenara fırlatılıyorlar. Daha yavaş tüketemez miyiz? Ya da hiç aynı bir şeyi sevemeyecek miyiz? Kapitalizm bu mudur?
  • Star Wars Episode 2.5: The Clone Wars bariz çocuk filmi. Ama SW etkisine de sokabiliyor sizi. Senaryo çok bariz yazılmış. En kötüsü de filmin adıyla alakası bulunmaması. Anakin ile yamağının görevini izliyoruz sadece.
  • Eskiden sevdiğim kimi önemli (yada öyle olduğunu sandığım) şeyleri sevmemek bana acayip koyuyor. Büyümek bu mu?
  • Öykü & Berk neden bu kadar şapşal?
  • Bazen düşünüyorum, film indirmek mi yoksa film izlemek mi beni daha çok mutlu ediyor. Normali ikicisi elbet ama bazı anlarda şaşırıyorum.
  • Bugün internet aleminde Ozu’nun filmlerini arattım. Sinefiller arasında kilit isimdir Ozu. Hiç popüler değildir ama her sanatçı ona imrenir. O kadar ki Kurosawa, Ozu’nun öldüğü günü Japon Sineması’nın bittiği gün iddia etmiştir. Neyse ki tek film de olsa buldum. Ben de Ozu izleyeceğim yani. Heyo!
  • Hale Caneroğlu’nu çok yapmacık buluyorum.
  • Dün akşam doğumgünüm şerefine Tike’nin Bursa şubesine gittik. Şık bir kebap restaurantı. Kebap seven zenginlerimiz böyle yerlere hastadır. Ne ise, gittik. Kapıda kocaman “Mediterrian Grill” yazıyor. Ne kadar cafcaflı ama boş bir tanım! Çünkü Akdeniz havzasında kebap yoktur! Akdeniz’de ızgara denilince biftek, pirzola gibi tek parça kırmızı et gelir. Menü geldi ilk önce. Fiyatlar uçuk zaten. Sonra yemekler gelmeye başladı. Efendim, ana yemek başına 20’li bir rakam veriyorsanız çok leziz, orijinal bir yemek beklersiniz. Gelenler sıradanın ötesine pek geçemeyen işlerdi. Adam bariz malzemeyi iyi almış ve bol kullanmış hafif, o kadar. Ekstra hiçbir şey yoktu! Bence bu konsept ufak çaplı bir fiyaskodur.
  • Tike’de yemek yerken aklıma Unkapanı, Sur dibindeki Sur Kebap geldi. Hem gözünüz, hem mideniz doyuyor. Ben öyle bir şey hayatımda yemedim. Fiyatı da değerine göre ucuz.
  • Annemle yaş konusunda uyuşamıyoruz. Kendisi girdiği yaşı baz alıyor, ben ise bitirdiğim. Benim düşünceme şiddetle karşı çıkıyor. Mesela ben 1984 doğumluyum. Bugün 24 yaşımı doldurdum ve bir yıl boyunca 24 yaşında olduğumu dile getireceğim. Anneme göreyse 25 demem gerekiyor.
  • Geçenlerde arka arkaya 1940 yapımı iki romantik-komedi seyrettim. İlki olan His Girl Friday, sıkılma ihtimaliniz bulunamayan bir film. O kadar çok ve o kadar hızlı konuşuyorlar ki dikkatinizin dağılması imkansız. Zaten bu film, gerçek hayatta olduğu gibi konuşmaların birbirinin üzerine bindiği ilk filmmiş. İkincisi ise screwball tarzının klasiklerinden The Philedelphia Story. Cary Grant-Katherine Hepburn-James Stewart üçlüsü nasıl döktürüyor görmelisiniz. İzlerken aklıma 60’ların salon komedilerinden High Society geldi. Konuları birbirine çok yakın.
  • Adalet kavramı benim için çok önemlidir. O yüzden 73 dakikalık The Ox-bow Incident beni çok etkiledi. Film, kasabanın ileri gelenlerinden birinin bir ordu tarafından vurulduğunun salonda duyulması ile başlıyor. Hemen diğer kasabalılar intikam için bir grup oluşturuyor. Orduyu takip ediyorlar ama geceyarısında onları bulduklarında sadece 3 kişi oldukları çıkıyorlar. Çoğunluk hemen asılmalı taraftarı olsa da birkaçı mahkeme yanlısı çıkar. Sonuçta asma taraftarları ağır geliyor ve 3 kişi de asılıyor. Kasabaya dönerlerken o ana kadar kayıp olan şerif çıkıyor ve neden toplandıklarını soruyor. Cevap karşısında şoke oluyor çünkü öldürüldü denilen adamın ölmediğini söylüyor. Kalan kısım tam bir vicdan muhasebesi!

Hiç yorum yok: