14 Kasım 2010 Pazar

Kadıköy-Rıhtım Anıları - 2

İlk gün

İşe başlamadan önceki gün, babamla beraber eve gittik. Benim bir sürü eşyam vardı. 3-4 ay kalmaya niyetim olduğundan her şeyi getirmiştim. O gün eve sorunsuz taşındık. Fakat daha ilk günden iki falso verdiler.

İlki kombinin bozulmasıydı. Nazım, ev sahibinin ödeyeceğini belirtip benden 250 tl aldı o dönemde. Sonra sadece 100'ünü verdi. Daha sonrasında ev sahibinin tamir parasını ödemekten vazgeçtiğini belirtti ama doğruyu mu söyledi, fikrim yok. Böylece kombi parasının çoğunu daha taşındım gün olmasına ben verdim. Ben evden çıktıktan sonra bir kısmını daha vermeye söz verdi ama tabii ki vermedi.

İkincisi kedi olayı. Kedilerden pek haz etmem ama korkmam da, bana dokunmadıkları sürece istedikleri kadar çevremde takılabilirler. Neyse, mülakat zamanı Nazım bana evde hayvan beslenmeyeceğini kesin olarak belirtmişti. Ama ilk gün eve bir girdik, evde kedi var. Neymiş, Nazım'ın kankasının (sonra eve hiç uğramadı) kız arkadaşının kedisiymiş. Kız kankaya rica ediyor, kanka da dayanamıyor kabul ediyor. Sonra kankanın ablası kediyi istemeyince kedi de bize geliyor. İlk önce Nazım 2-3 güne gidecek dedi ama 1 hafta kaldı o salak kedi.

Neden salak diyorsun diyebilirsiniz. Olay şu: Evdeki 2. günüm. İşten gelip bir arkadaşımla buluşmuşum. Hava sıcak, yorgunum, terliyim ve üstüne eve girerken tuvaletim var. Elimde eşyalar da var. Girdim eve, Nazım odasında sele serpe uyuyor. Odamı açtım. Kedi hemen odaya girdi. Çık derken kapıyı çarptım ve o an hatamı anladım. Çünkü kapım bozuktu, ters harekette kitleniyordu kendi kendine ve yine kitlenmişti. Anahtar da diğer uçtaydı! Önce bağırarak ve telefonla Nazım'ı uyandırmaya çalıştım, uyanmadı. Sonra filmlerde gördüğüm hareketi denedim. Önce anahtar deliğinden anahtarı dışarıya düşürdüm. Sonra kapı altından almaya çalıştım ama alamadım! Allah'tan 10 dakika sonra Jason geldi de kapımı açtı. Kabus gibi bir 10 dakikaydı!

İlk izlenimler

Evde durum şuydu: Herkes 7-8 gibi birayla eve geliyordu. Nazım ile Jason sızana kadar içiyorlardı. İçtikten sonra da açıkçası değişiyorlardı. Jason zaten odasında kendi kendine konuşurdu. Bir akşam bir bağırma duydum, "Ya bu ne!" derken Jason'un (İngilizce olarak) ana avrat ve bağırarak kendi kendine küfrettiğini anladım. Odamdan çıktım, Nazım ile yüzyüze geldik ve güldük. Komikti çünkü. 5 dakika içinde kendi kendine sustu, bir müdahalede bulunmadık. Ayrıca Jason, Nazım'ın eve getirdiği kızlara sarkardı!

Nazım da o kadar olmasa da değişirdi. Birkaç kere bana hakaret etti. Ertesi gün bunları söylediğimde, hatırlamadığını söyleyip benden özür diledi. Bir de sarhoş olunca sesi sonuna kadar açıp klasik müzik dinlerdi. Bilhassa Fazıl Say'ı. Gecenin bir vakti uyandığımda son ses piyano duymayı kanıksamıştım bir süre sonra. Zaten 2-3'ten aşağı yatmazlardı. Hatta ben işe giderken yeni uyurlardı. Hoş, öğrenci hayatı yaşadıklarından normaldi bu yaşamları.

Bu arada üçüncü kişi Bruce'u tanıtmam lazım. Kendisini ilk gördüğümde şoke olmuştum. 60 yaşlarında kelli felli bir adamdı. Hakikaten 60'ın üstündeki bir Avustralya vatandaşıydı. Emekli olmuş, karısı ölmüş, kızları büyümüş. Bunun da canı sıkılmış, Türkiye'de okuyayım demiş. Şaka değil, ünlü bir vakıf üniversitemizden kabul almış. Karşılığında İngilizce hocalığı yapacakmış! Gerçek mesleği nedir, en ufak fikrim yok. Yalnız bu üniversite buna peşin biraz para vermiş. Bruce da bunu Orta Doğu'da gezerek yemiş. İlk 2 hafta görmememin sebebi buydu. İşin garibi, bizimle yaşarken Türkiye bunun öğrenci vizesi talebini yaşı sebebiyle reddetti ve şu anda bu adam kaçak. Daha da ilginci, ona bu kaçak yaşamı üniversite teklif etmiş! "Polise bulaşma, takıl bizde." demişler. İşte Türkiye, sayın okuyucular!

Hiç yorum yok: