10 Ekim 2007 Çarşamba

The Brave One

1 yıl kadar önceydi galiba, Hıncal Uluç köşesinde bir olayı nakletmişti. Ankara’da yaşanan gerçek bir olay. Günün birinde bir eve hırsız giriyor, evdeki hamile kadını öldürüp kaçıyor. Kocasının şansına polisler iyi çalışıp katili yakalıyorlar ve katil mahkemeye çıkıyor. Ama süper kanunlardan yararlanıp dışarı salıveriliyor. Olay ertesinde isyan eden merhumun kocası ve akrabaları çete kurmak suçundan içeri atılıyor!

Şimdi ne alaka diyeceksiniz. Çok alaka. The Brave One ‘vigilante movies’ denilen alt türün son örneği. Bu türü kısaca bir yakını öldürülen kişinin, işi kanunlara bırakmayıp kendi intikamını aldığı filmler olarak tanımlayabiliriz. Geçmişte sürüyle örneğinin izlemişizdir. Hatta popüler bir örnek vermek gerekirse Spider-Man’i sayabiliriz. Bu türün çok tartışılan bir handikabı vardır, kahraman işini kendi hallettiği için kanunlara, devlete yani modern ve sosyal topluma güvenmez. Bu da 21. yüzyılın modern toplumları için bir tezatlık oluşturur. Çünkü modern dünya ‘hukuk devleti’ altında yaşamaktadır ve her yanlışın hesabına hukuk bakmalıdır. Ama her sistem gibi ‘hukuk devleti’ de ideal değildir ve açıkları vardır. Hele Türkiye gibi 3. Dünya ülkelerinde bu açıklar çok daha fazladır. İşte bu tür de bu açıklıklardan yola çıkıyor. Ya birey bu açıklar altında kendi hürriyetini kaybederse? Öyle ya demokrasilerde öncelik birey hürriyetinde değil mi?

Bu konuda çok farklı görüşler mevcut. Her şeyin kanuna bırakılması gerekildiğine inanan bir çoğunluk var. Bazı hataları ‘Îstisnalar kaideyi bozmaz.’ saptamasıyla kanıtlamaya çalışanlar var. Ben de diyorum ki “Ya o istisna canınız olursa?”. İşte orada film kopar.

Erica Bain başarılı bir radyo programcısıdır, özel hayatı da çok iyidir. Çok sevdiği nişanlısıyla evlenmek üzeredir. Derken parkta yaptıkları bir yürüyüşte bir grup magandanın saldırısına uğrarlar. Sonuçta nişanlısı ölür, Erica da komaya girer. Komadan çıkınca olayları öğrenen kadın, bir çeşit bunalıma girer. Sokağa ilk çıktığında ilk işi bir silah almak olur. Çünkü kendini yalnız ve savunmasız hissetmektedir…

Kadının silah aldığı sahnede aklıma Before Sunset geldi. Filmde, Celine bir Fransız olarak Amerika’da kaldığı günleri anlatırken şöyle diyordu: “Amerika’dan ayrılmam gerektiğini sokakta silah almak isterken anladım. Ben ve silah! Korkunçluğu düşünebiliyor musun?” Sorun sadece Amerika’da değil, yanlış anlamayın. Bu, modern dünyada bireyin teknoloji karşısında yalnızlığının bir sonucu.

Filme geri dönersek, başarılı bir tür filmi izliyoruz. Filmin özüne uygun bir ton, renkler, senaryo, final ve karakteri. Bir arkadaşım filmin fazla karanlık olduğunu söyledi. Yanılıyordu, Erica’nın dünyasını tüm çarpıklığıyla gözümüzün önüne seren harika bir görüntü çalışması yapılmış. Jodie Foster Erica rolünde kendinden geçercesine oynuyor, müthiş bir şey. Geriye söylenecek ne kalıyor ki? Türün tüm gereklerini yerine getiren kalburüstü bir çalışma.

Son olarak şunu sormak istiyorum: Ya Erica Türkiye’de yaşasaydı? Ya nişanlısını öldüren tinerci, anında sokağa dönseydi? Erica’nın yüreğindeki acı ne zaman dinerdi? Bu acıyla kaç kişiyi öldürürdü ve sistem Ericaları ne kadar sessiz tutabilir? Başka sorum yok hakim bey/hanım?

Oyuncular: Jodie Foster, Terrence Howard, Nicky Katt, Naveen Andrews, Mary Steenburgen – Görüntü Yönetmeni: Philippe Rousselot – Müzik: Dario Marianelli – Senaryo: Roderick Taylor, Bruce A. Taylor, Cynthia Mort – Yönetmen: Neil Jordan

***1/2 G.T.: 5 Ekim Y.T.: 10 Ekim

Hiç yorum yok: