2 Ekim 2007 Salı

Sinemayı Sevmemin Sebepleri

Bu ay ‘Sinema’ dergisi 150. sayısını çıkarttı. Türkiye gibi eğitimin sınırlı kalıp, sanat dallarına ilgili kısmın çok küçük oranlarda olduğu bir ülkede, 150 sayı büyük bir başarı. Dergi, bu özel sayıyı özel dosyalarla kutlamış. Bunlardan biri de ‘Sinemayı Sevmemizin 150 Sebebi’ dosyası. Dergiye emeği geçen film eleştirmenleri sinemayı neden sevdiklerini sıralamış. Çoğuna katıldığımı söylemeliyim, dosyayı ciddi bir gülümsemeyle okudum. Sonra da ben düşündüm, sinemayı neden bu kadar seviyorum.

İlk sebep Atilla Dorsay’ın yazdığı ‘uzaklara gitme duygusu’. Sinema her zaman gerçek hayattan kaçış formülüm oldu. Gerçek hayat o kadar acımasız, sert ve sürprizlere açık ki tüm bunlardan kaçmama olanak sağladı sinema. Ne zaman üzülsem, hayattan bıksam, hatta bazen ölüm hakkında düşünsem sinema bana kapısını sonuna kadar açtı ve o kapı hiç kapanmadan ve her zaman yeni şeyler vaat ederek orada durdu. Her zaman onun oracıkta olduğunu bildim. Bu duygu bana güven verdi, cesaretlenmemi sağladı. Biliyorum ki ölene kadar da o kapı açık kalacak, hiç kapanmayacak, her zaman beni avutacak.

Sinema, sadece kötü gün dostu değildir, iyi günde de yanınızda yer alır. Önemli bir sınavdan sonra mutlaka sinemaya gitmişimdir. Bir çeşit ödül mekanizması olmuştur benim için.

Sinema bence “Hayatın ta kendisi!”dir. Sinema kaynağını hayatın her yanından alır ve hiç görmediğiniz, tecrübe etmediğiniz olayları görmenizi sağlar. Bu bakımdan sinema, benim öğretmenimdir. Tarihi, felsefeyi, dinleri, psikolojiyi, coğrafyayı, politikayı bana o öğretmiştir. Deneyimim olmadığı duygularla ilk defa o beni karşılaştırmıştır. İhaneti, ikiyüzlülüğü, aşkı, nefreti beyazperdede görmüşümdür.

Sinema dergileri ya da yazıları çok önemlidir. Nerede sinema hakkında bir yazı görsem, o konuyu daha önce belki 10 defa okumuşsam da, mutlaka okurum. Belirli yazarları takip etmeye çalışırım. Her izlediğim filmden sonra, internette o film hakkında kısa bir araştırma yaparım, eleştirilerini okurum, bunları kendi düşüncelerimle karşılaştırıp analiz ederim. Her ay 3 film dergisi alırım, üçünün de her sayfasını dikkatlice okurum ve biriktiririm, çünkü sonradan okumam gerekebilir. Sinema yazını çok önemlidir benim için.

DVD çıktı, mertlik bozuldu. Sinema salonları av salonlarına dönüşmeye başladı. Şu anda hepsi orijinal olan ve bir kısmı Türkiye’de bulunmayan 80’e yakın DVD’m var. Onları izlemek, belgesellerine göz atmak, özenle dizip sıralamak bambaşka bir duygudur.

Sinema afişleri çok önemlidir. Onlar, film hakkında bir ön bilgi sunar. Onlara sahip olmak özel bir histir. Orijinal boyutta 200’ü aşkın afişe sahibim, onun 4-5 katı civarında afişetim var. Her birinin yeri ayrıdır. Bir de pek kimsenin bilmediği, gazetelerden kestiğim afiş koleksiyonum var. 1999 eylülden 2007 haziranına Türkiye’de vizyona giren tüm filmlerin afişlerinin %96’sı özel dosyamda durur. Artık koleksiyonu bitirmemin nedeni gazetelerin bu sayfaları neredeyse bitirmesi olmuştur.

Ayrıca sinemayı sevmemin sebebi kişiler vardır. Robin Williams, Robert De Niro, Al Pacino, Marlon Brando, John Cusack, Kubrick, Bergman, Spielberg, Wenders. Bu isimler bana sinemayı daha çok sevdiren adamlardır. Hepsinin ben de çok özel bir yeri vardır.

Bir de İstanbul Film Festivali. Resmen damardan sinema hazzı aldığınız bir ameliyattır bu festival. Uyuşur, bitkinleşir ama ısrarla daha çok film seyredersiniz. Arka arkaya sinemaya girip film komasına girersiniz ve 2 hafta çıkamazsınız. Daha güzel bir duygu var mıdır hayatta?

Çok yaşa ‘Sinema’, çok yaşa SİNEMA!

Hiç yorum yok: