28 Mart 2008 Cuma

Evlilik Üzerine

Geçen gün bir arkadaşımla biraz laflamak üzere Nevizade’ye gittik. Biramız geldi (leşti bu arada). Laflama başladı, söz döndü dolaştı evlenilecek kadına geldi. Baştan belirteyim, ben evlenilecek kız-eğlenilecek kız klişesine toptan karşıyım. Yok canım, öyle şey. Sen eğlen, ye, iç, durulunca da evlen. Çoğunluk yapıyor olabilir, kalsın.
Şimdi hatırladım, laf annenin çocuğa etkisi ile başladı. Ben direkt dedim, “Mesela evleneceğim kadın mutlaka kitap okumalı, böylece çocuk da göre göre okuma alışkanlığı kazanmalı.”, nokta. Bilmem, biraz anlatabildim mi? Son günlerde Sayın Başbakan da konuya el attı, en az üçer çocuk istiyormuşuz. Valla, çocuk döllenme ile bitse, eyvallah. Ülkemiz için değil üç, on çocuk feda olsun. Çocuğu at çayıra, yetişsin, oy kullansın mantığının bu kadarına da pes! Umarım Başbakan ektiğini biçebildiği zamanları görür, çünkü bu gidişle samanını bile zor görecek. Bırakın kendisini, bize de gördürmeyecek samanı, ben ona yanıyorum.
Neyse, biz ricat-ı mesele yapalım. Kadın, her biçimde ikinci varlık olmamalı (“Ben bilmem, beyim bilir!”). Öz iradesine her zaman sahip olup gerektiğinde kendi kararını alabilmeli. Ha, bu demek değil ki tamamen bağımsız olmalı, zaten o zaman ilişkinin adı evlilik olmaz. Bir kere, şu önemli bir tespit olmalı, evlilik bir imza kağıdı değildir. Bambaşka bir şeydir. Tabii, toplumumuzda öyle bir baskı unsuru var ki bu konuda ufak bir değişiklik bile çok zor kabul görüyor. Yani gelenekler duyguların önüne geçiyor. Bu arada bence evlilik bir duygu halidir.
Leş biralarımızı içmeye çalıştıktan sonra, odama geldim. Günlük filmimi seçerken, son günlerdeki Bond takıntımı sona erdirip farklı bir şey denemek istedim. Douglas Sirk’ün ne zamandır izlemek istediğim filmi All That Heaven Allows’u izledim. Küçük bir kasabada yaşayan Cary’nin aşık oluşunu anlatıyordu. Kocası öldükten sonra koskoca evde yalnız kalan Cary, tüm haftayı haftasonunu, çocuklarının gelişini bekleyerek geçirir. Hikaye bu ya, Cary gönlünü onca beyefendi arasından bahçesini budayan Ron’a kaptırır. Aşk, önce güzel gelir lakin hayatın gerçekleri aşka karşı belirir. Cary, tüm çevresini, bilhassa çocuklarını karşısına alıp Ron ile evlenebilecek midir?
Film mükemmel bir melodram. Zaten Atilla Dorsay her zaman için filmi en iyi melodram olarak gösterir. İyi bir senaryo, başarılı oyuncular ve Sirk. Ne denilebilir ki? Aslında film, harika bir geleneğe karşı duygular gösterisi. Belki bu savımdan, geleneğin kötü bir şey olduğu izlenimi vermişimdir. Amacım kesinlikle bu değil, ‘gelenek’ ifadesini genel anlamda, ama bilhassa kalıplaşıp zor kırılan davranış babında kullandım.
Duygu, bence Yaradan’ın bahşettiği en büyük hediyedir. Ama insanlar bunu doğru kullanamamışlar, para, güç ve ya baskıya boğun eğmişlerdir. Zaten şu anda ülkemizin bu garip durumdan geçmesinin nedeni de budur. Anlaşılamayan hırslar, sevdalar yüzünden her şeyi satabilecek pozisyona geldiler. Bunu birey bazına indirirsek birey de çeşitli hırslar yüzünden toplumun ona uygun gördüğü kişilerle arkadaşlık etmekte, kurumlarla çalışmakta ve onlarla hayatını geçirmektedir. Duygusuz bir varlık olarak vaktini geçirmektedir. Dolayısıyla evliliği de bir toplum görevi olarak yapmakta, bunu yasal seks hakkı ve çocuk yetiştirme görevinin kılıfı olarak kullanmaktadır. Oysa ki iki konunun da bence evlilikle alakası yoktur. Seks duygu barındırmaz, çocuk yetiştirme de evliliğin sebebi değil, sonucu, meyvesidir.
Bu yüzden benim evlenmem felaket zordur.

Hiç yorum yok: