30 Mart 2008 Pazar

Yıllık Denen Şey

Üçüncü kere son sınıf oluyorum. Orta sonu saymıyorum, okula direkt devam etmiştim, canım BAL’ıma. İlkokulda doğal olarak yıllık diye bir şey yoktu. Ama lise ve üniversitenin kaçınılmazları. Çoğunu son kez gördüğünüz insanlara bir anı bırakma isteği. “Seni bırakmayacağım, hep beraber olacağız.” geyikleri külliyen yalan. Çok ama çok yakınlar hariç kimse birbirini aramayacak, tıraşı keselim lütfen. Şu olacak ama: 10-15 yıl sonra umulmadık bir yerde biri karşınıza çıkacak, iki çift cümle kuracaksınız. Başka bir şey beklemeyin. Ben beklemiyorum, hatta 5 kişiyle iletişimi koparmazsam bir yıl içinde büyük bir başarı. Ama kastettiğim ciddi iletişimler, yanlış anlaşılmasın.
Şu sıralar herkes fırıl fırıl yazı yazıyor. “Sen şöylesin, sen böylesin, hani ikinci sınıfta şunu yapmıştık ya, hahahahah, kopmayalım bak, hayatın gülücükle dolsun.”, vs. vs. Klişe cümleler birbiri ardına sıralanır. Birkaç arkadaşıma klişe dışı yazıyım dedim, anlamadılar. “Ne biçim yazmışsın!”, az kalsın yeniden yazdıracaklardı. İlle klişe olacak. İlle iki anı anlatılıp gülünecek, kinaye yapılacak, dilek dilenecek. Yapmacıklığın bu kadarı. Gerçek hayatta söyleyemediğin şeyleri, başkaları okusun diye yazsan ne olacak. Kalben yazılmayan şeyler ne kadar kıymetlidir?
Üstelik, orada yazanlarla gerçekten görüşmüyorsun, yani çoğuyla. 3 hafta önce Bursa’daydım, gece uykum kaçtı, dön Allah, dön. Tık yok. Sonunda pes ettim. Aklıma yıllık geldi, yazmaya başlayacağım ya yeniden, biraz kopya çekerim belki. Dolaptan aldım, inanılmaz ağırdır bizim lise yıllığı. 300’ü aşkın mezun olursa, ağırlık da böyle olur. Ne ise, sayfamı açtım, benimki 2 sayfadır, söylemesi ayıp. Okudum teker teker. Başta Aylin, lisede çok yakındık, şimdi yılda 3 kez zor görüyorum, o da genelde İstiklal’de denk gelirsek. Bir yere çağırım gelmez, çağırmam bozulur. İkinci Engin, yeni yıllıkta da ikinci, her Allah’ın günü beraberiz. Üç, Selçuk’um, kendine özeldir, çok severim, ara sıra kampüsünden çıkarsa buluşuruz (di mi, Selçuk?). Dört Toktaş galiba. Geri sıralamayı hatırlamıyorum, ama çoğuyla görüşmüyorum. Son beş yıldır 3 kez görmüşsem iyidir. Pardon, Şaho ile Ozan da var, canlarım, ayrı düştüğümüzden görüşemeyiz ama yılda 3-4 mutlaka buluşuruz. Şaho’m şu an Troyes’da, NY’a iki saat uzakta. Ozan da Hindistan’a gidiyordu en son, dur aramak lazım bir.
Kalanı diyordum. Mesela dikkatimi çekenler: Tolga Gülerhocaoğlu, hiç haber alamadım, nerde, ne yapıyor, belirsiz. Pek de severdim Tolga’yı. Rukiye, tıp okuyordu en son, bir kere görüştük galiba, ne zamandı bilmiyorum. Keza İpek Yüksel, İstanbul’da okuyormuş, belki mezun oldu bile. Engin görmüştü bir kere.
Sonuç: Yıllık hem gereksiz hem çok gerekli bir obje. Gereksiz, çünkü yazılanların çoğu yapmacık, bir daha hiç okunmayacak, hatta çoğunluk kitabı kaybedecek, değer vermeyecek çünkü. Gerekli çünkü aradan belli bir vakit geçtikten sonra muhasebe yapmak, hatırlamak için birebir, unuttuğun kişileri hatırlamak çok güzel bir duygu. En güzeli de hayatının 4-5 yılının küçük de olsa bir kanıtı, özeti olması.

Hiç yorum yok: