29 Ağustos 2009 Cumartesi

Inglorious Basterds

Işıklar karalıyor ve bir ışık huzmesi beyaz perdeye düşmeye başlıyor. Universal’in logosunu görüyoruz lakin bu, trampetler eşliğinde dönen bir dünya değil. 50 yıl öncesinin sade dünya resimli logosu. Tarantino daha ilk kareden sıradan bir film izlemeyeceğimizin sinyalini veriyor.

Hemen ardından kadrodaki isimler, teker teker perdeye yansıyor. Bu jenerik stili de günümüze ait değil. Westernlerde ve sonraları spaghetti westernlerde sıklıkla kullanılan bir stildir kullanılan. Zaten Tarantino’nun “Ben 2. Dünya Savaşı filmi değil, 2. Dünya Savaşı’nda geçen bir spaghetti western çektim.” sözü de buna uyuyor zaten.

İlk sahnemizde de kulübesinin önünde odun kesen bir adam görmek şaşırtmıyor bizi nedense. Birkaç western izlemiş bir seyirci bile tanıyacaktır bu sahneyi. Çölün ortasında bahçesinde iş yapan bir adam çocuğunun uyarısıyla gözünü ufuk çizgisini diker. Biraz sonra ya şerif ve yardımcıları gelip önemli bir haber verirler aileye ya da bir hırsız çetesi tüm aileyi öldürüp evi yağmalar. The Searchers’tan Pat Garrett and Billy the Kid’e dek sürüyle film benzer şablonu kullanmıştır.

Nitekim, kızı odun kesen adama ufuktaki arabayı işaret eder. Az sonra o araba kulübenin önünde durur ve bir Nazi subayı arabadan iner. Subay, adamı civarda saklanan Yahudi aileleri hakkında sorguya çeker. Sıradan bir yönetmen bu sahneyi en fazla 10 dakikada noktalardı. Ama Tarantino imzalı bir sahne çıkıveriyor karşımıza. Subayla Fransız çiftçi 20 dakikadan fazla konuşuyor, kah konuyla ilişkin kah geyiğine. İlginç pipolar çıkıyor, viski yerine süt içiliyor! Ardından da şablona geri dönüp şiddet dolu bir katliam sahnesi izliyoruz. Katledilmek istenen bir kız kurtulup çayır boyunca var gücüyle koşuyor. Elinden bir şey gelmeyen Fransız çiftçi, kapının arkasından kızın gittiği yöne bakıyor, ona kamera da eşlik ediyor. Akıllara The Searchers’ın ünlü sahnesi geliyor tabii ki.

Böylece bol göndermeli bir film izleyeceğimizi anlıyoruz. Bunun yanında nükte ve mizah dolu diyaloglar, bazen aşırıya kaçan şiddet sahneleri izleyeceğimizi ama tüm bunların mantık çerçevesini aşmayacağını ve buna rağmen eğleneceğimizi de anlıyoruz.

Tarantino 90’larda çektiği üç filmden sonra bir Tanrı edasıyla karşılanmıştı. Mizahi, grotesk, sinema tarihine hakim; ayrıca ciddi ve mantıklı. Ne yazık ki 2000’lerde Kill Bill ve Grindhouse saçmalıklarıyla kendi kredisini fazlasıyla harcadı. Inglorious Basterds bu açıdan eski günlerin dönüşünün habercisi. Tarantino’yu Tarantino yapan tüm özellikler Inglorious Basterds da mevcut hatta naçizane fikrime göre Pulp Fiction’dan bile daha iyi.

Film boyunca ilk sahnedeki gibi bir masa etrafındaki konuşmalar öne çıkıyor. Bu sahnelerde, kimi zaman mizah dozu artıyor kimi zaman gerilim öne çıkıyor, kimi zamansa diyalogların vuruculuğuyla film ivme kazanıyor. Diğer yönden de komplo teorilerinden oluşan garip bir savaş filmi izliyoruz. Herkes karşısındakine tuzak kurmaya çalışıyor, onun aptal olduğunu farz ederek. Hal böyleyken birbirinden bağımsız bu komplolar bir yerde birleşip koca bir düğüm oluşturuyor. Çözüm ise, doğal olarak, hem çok eğlenceli hem de adrenalin dolu. Doğrusu böyle parlak senaryolarla her gün karşılaşmıyoruz.

Kısaca Tarantino 10 yıllık bir kabustan sonra sinema dünyasına geri dönüyor. Bize de izleyip onu takdir etmek kalıyor.

Oyuncular: Brad Pitt, Melanie Laurent, Christoph Waltz, Eli Roth, Michael Fassbender, Diane Kruger, Daniel Brühl, Til Schweiger, Gedeon Burkhard, Jacky Ida, B. J. Novak, Omar Doom – Görüntü Yönetmeni: Robert Richardson – Senaryo ve Yönetmen: Quentin Tarantino - ****

Hiç yorum yok: