2 Nisan 2011 Cumartesi

Festival Günlükleri - 1

Sabah Feriköy'de uyandım. Aşağı salınarak Nişantaşı'na inerim diyordum. Yeni bir yol deneyinde saçmaladım biraz. Yağmurda yağıyordu nasıl, elde de simit kaybolmuşum hafiften. Toparlamak kısa sürdü neyse ki. Tam reklamlar başlarken City's'deki salona girdim.

İlk filmim Norveç yapımı. Sinemaseverlerin yakından takip ettiği ama benim ilk defa izlediğim Brent Hamer'in son filmi. Zaten artık Hamer'in imzası olan bir anlatı olan kısa hikayeler anlatıyor. Çoğu birbirinden bağımsız ama hepsinin ana teması aynı: Noel. Filmin adı Hjem til Jul (Yeni Yıl). Yanlış çevirmişler, farkındayım, noel filmleri hep aynı dertten mustarip zaten.

Film, akıcı ve dinlendirici bir seyirlik. Kaymak gibi akıyor. Noel, ana tema olunca da maneviyat ana hissiyat olmuş. Pek din mevzularına bulaşmak istemediği belli. Amacı, bu dini bayramda öne çıkan toplum maneviyatını, aile bilincini, insanlar içindeki iyi tarafı vurgulamak. Bu açıdan, fazla da kurcalamadan izlerseniz keyifle salondan çıkarsınız. Ben böyleydim. Ama filmdeki bu naiflik yüzünden eksik tarafları var. Bunlara takılırsanız sevmemeniz de gayet olası.

Salondan çıkıp yürüyerek Taksim'e vardım. Yağmur yağıyordu lakin, hafta içi pek yürüyemediğimden yürümek çok hoşuma gitti. İstiklal'de yürürken Mangal Keyfi aklıma geldi. Dürümümü yerken Engin aradı, 2. filmde bana katılacağını söyledi. O da yemeğini yiyince çıkıp ona bilet aldık. Seans saati gelene kadar da bir şeyler içtik. 15 dakika kala Beyoğlu Sineması'na girdik. Ana holde liseden bir arkadaşımızı, Ayşenur'u gördük. Oturduk, konuştuk. Festivalin bir amacı da zaten bu, ne zamandır göremediğiniz arkadaşlarınızla buluşturmak. İşte festival ruhu budur. Bakalım bu 15 gün içinde daha kimleri göreceğim.

İkinci filmim, Meek's Cutoff (Kestirme Yol)'du. Kelly Reichardt, sevdiğim yönetmenlerdendir. İlk defa da yine festivalde keşfetmiştim adını, 2006'da Old Joy'la. Sonraki filmi de (Wendy and Lucy) çok şirindi. Sapına kadar bağımsız, son derece yavaş ama çok ferahlatıcı filmler çeker. Ama bu filmi olmamış. Bir şeyler anlatmaya çalışmış, ortada malzeme var ama bundan bir şey çıkmıyor. Çok erken ve beklenmedik bir final bu düşüncemin ana sebebi olabilir. Yanımda Ayşenur oturuyordu (şansa bak, yan koltuğumu almış), film bitince güldü, neden burada bitti diye. Çoğu izleyici de eminim aynı duyguyu taşıyordu.

Film, 1840'larda üç evli çiftin göç ederken yanlış yoldan gitmelerini ve bunun getirdiği huzursuzluğu anlatıyor. Oyunculuklar çok iyi. Paul Dano, Michelle Williams ve Bruce Greenwood çok iyiler ama çöl arkaplanlı bir filmde, hele dönem filminde insan farklı şeyler bekliyor ki film izlenebilir olsun. Festivaldeki ilk hayal kırıklığım.

Hiç yorum yok: