27 Nisan 2011 Çarşamba

Paylaşmak Üzerine

Hayat paylaşınca daha güzelleşirmiş. Çocukluktan beri bizi bu yönde terbiye ettiler. Arkadaş edinin, dost edinin. Üzüntünüz paylaştıkça azalsın, sevinciniz paylaştıkça artsın! Doğruya doğru. Paylaşmayı bilmek gerçekten büyük bir erdem. Ama 21. yüzyılda bu mümkün mü?

Şöyle bir örnekle başlayayım: Çocukluktan beri sinemaya aşığım. Sinemaya gitmeyi, genel olarak film izlemeyi çok ama çok severim. Ama hayatım boyunca bir arkadaşım olmadı ki bu tutkuma yaklaşabilsin. Sinema aşığı arkadaşlarım var tabii ama benimki bir manyaklık. Ben aynı gün 4 kere sinemaya giden, üstüne evde de film izleyebilen ve bundan hiç sıkılmayan biriyim. Şimdi bu tutkumu kimse paylaşmadığı için yapmayayım mı? Evet, paylaşmak güzeldir ama günümüz, üzülsek de kızsak da, bireysellik çağı.

Bireyselleşme, ciddi bir kavram. Globalleşme kadar popüler olmayan ama en az onun kadar önemli bir kavram. Çünkü dünya globalleştikçe insan bireyselleşiyor. Global kanunlar bunu böyle istiyor. Tek başınıza ayakta kalın, çalışın, yaşayın, tüketin.

Bunun politik yapısı ve sosyal hayata etkisine girmeyeceğim (beni oldukça aşar, ne politik altyapım var ne de sosyal-bilimciyim). Amacım, bu bireyselleşmenin bireyin hayatına etkisini biraz olsun ortaya koymak. Biraz komik bir cümle oldu ama devam edelim.

Biz, Türkler (milliyetçi olarak algılamayın, Atatürkçü Türk'ünden bahsediyorum), geniş ailelerde yaşamışız ahirden beri. Tüm hayatımızı beraber geçiriyormuşuz. İnsanlar, uyurken bile, hiç yalnız kalmazmış. Ama günümüzde bunun tam tersi bir hayat yaşıyoruz. Herkes kendi evini, o olmasa bile kendi odasını istiyor. İnsanlar mahremiyet istiyor, kendine ayıracak zaman istiyor. Kendi istediğini yapabilecek bir alan istiyor. Bu yazdıklarımı negatif olarak algılamayın, bazılarınıza öyle gelse de, hepsi birer tespittir.

Ben mesela. Kendi evimde yalnız yaşıyorum ve bundan inanılmaz mutluyum. Eve girince kapıyı kitleyip yalnız kalmak, bana büyük bir haz veriyor. Film izlemek; izlerken dilediğim kadar bağırmak, gülmek, konuşmak, bir şeyler yemek; müziği açıp kendi kendime söylemek, bazen salak salak dans etmek.... Bunlar beni ben yapan unsurlar. Kimseyle paylaşmak istemediğim şeyler bunlar. Çok şükür ki Tanrı'ya, arkadaşlarım da var dostlarım da. Onlarla çıkıyorum, yemek yiyorum, konuşuyorum, bir şeyler paylaşıyorum. Lakin eve gelince de kendimle kalmak istiyorum.

Artık her şeyin paylaşılamadığı bir dünyadayız, ne kadar üzülsek de bu böyle. Olay sadece hepimizin maskelerle etrafta dolaşması değil, her ne kadar ana etken olsa da. Biraz da bazı şeyleri paylaşacak insanları bulamıyoruz. Bazen olmuyor işte, bulunmuyor. Ben istemez miyim, benim kadar manyak bir sinema delisiyle arkadaş olmayı. Yok işte. O zaman da kendi manyaklığımı kendim yaşıyorum.

Mesela İstanbul'a geldiğimden beri (ki 8 yıl olmak üzere) şöyle güzel bir bar konserine gitmek istemişimdir. Oturduğun yerden eşlik edeceğin, belki bir kadeh içki alacağın, zaman zaman gözlerini kapatıp eşlik edeceğin. Hiç imkan olmadı, çünkü bu tarz bir şeyden keyif alan arkadaşım olmadı, olsa da imkan olmadı. Benim de canıma tak etti ve bu cuma Alt Nokta'da Jülide Özçelik konserine gidiyorum. Arkadaşlarıma da haber verdim, gelmeseler de ben gideceğim.

Çünkü bazı şeyler, böyle de güzel. İçinden geliyorsa yapacaksın, başkasını beklemeyeceksin. Devir böyle. Tabii, biri gelip bunu senle paylaşmak isterse de, bencillik yapmayıp paylaşacaksın.

Yalnızlık Ömür Boyu, sevgili okur. Beğen yada beğenme. Keşke yalnız olmasak. Ama nasıl yalnız doğmuşsak ve yalnız öleceksek, hayatı da (abartmadan) yalnız yaşamanın çok sakıncası yok sanırım.

Anladım, sonu yok yalnızlığın,
Her gün çoğalacak.
Her zaman böyle miydi, bilmiyorum.
Sanki dokunulmazdı, çocukken ağlamak.

Hiç yorum yok: