12 Temmuz 2011 Salı

Edirne Gezisi - 1. Kısım: Varış ve Kırkpınar Güreşleri

Son 1 aydır uyku sınırlarımı zorluyorum. Bedenime ısrarla işkence uyguluyor gibiyim. Mesela dün toplantıda müdür yardımcımın yanı başında uyukluyordum, zor kendime geldim. İşte böyle bir zaman diliminde, hem de bir cumartesi sabahı, tam uyunacak bir sabahta, 8 buçukta kalktım. Mısır gevreğimi yiyip, sırt çantamla kendimi dışarı attım. Neden mi? Çünkü Edirne'ye gidecektim.

Otobüs-metrobüs-metrobüs-tramvay sıralamasında sonra Esenler'e vardım. Birazcık erken gelmişim. Engin ile Hilal'i beklerken oturayım dedim. Ama ne mümkün? Esenler'de 10'a yakın Metro yazıhanesi var! Hepsi de otogarın farklı köşelerinde. Edirne için olan yazıhaneyi bulunca biraz oturdum. Ardından benimkiler geldi, otobüsün önünde buluştuk. Esenler gerçek bir kaos!

Hilal'in ev arkadaşı Esma da bize katılmış, yada ben yeni öğrendim. Otobüse doluştuk dördümüz ve 2 saat 15 dakikalık otoban manzaralı bir yolculukla Edirne'ye vardık. Yol gerçekten çabuk geçti, kah sohbetle kah kitap okuyarak.

Edirne 'de bizi Hilal'in babası Ömer Amca karşıladı. Hemen ardından başka bir otobüsle gelen Filiz ve annesi aramıza katıldı. Böylece Trakya'nın en büyük şehri Edirne'ye adımımızı attık.

Kırkpınar haftası olduğundan her yerdeki afişler dikkat çekiciydi. Diğer türlü her ucundan gözüken Selimiye'siyle tipik bir karasal iklim kenti, Edirne. Merkeze inen ve tüm şehrin ana damarı olan upuzun bir bulvar. Kenarlarında evleri, dükkanları, küçük sanayisi, AVMsi ile bu bulvar merkeze kadar çıkıyor. Selimiye'ye kadar çıkmadan saparak ilk durağımız olan Hilal'lerin evine geldik. Evin kapısında bizi Hilal'in annesi ile anneannesi karşıladı.

Oldukça ferah bir lojman olan evleri, tam merkezinde Edirne'nin. Ferah bir bahçeye de sahip evin alt katı, Ömer Amca'nın iş yeri, Şeker Fabrikaları'nın Edirne ofisi.

Daha birkaç kelam ederken masa hazırlanmaya başlıyor. Bahriye Teyze'nin enfes yemekleriyle başbaşa kalıyoruz. Muntazam bir Türk sofrası. Türkiye'den başka hiçbir yerde bu kadar özverili bir sofra hazırlanamaz. Tıka basa doyuyoruz. Bahriye Teyze, "Ama daha tatlı yemediniz?" derken herkes sofradan kaçışmaya başlıyor, sıcakta şişen göbeklerini tutarak.

Şimdi Kırkpınar'a gitme vakti! Ata sporumuz güreşin, en önemli turnuvası olan Kırkpınar Yağlı Güreşleri'nin ben, adı üstünde Kırkpınar'da yapıldığını sanırdım. Meğerse Kırkpınar, şu anda Yunanistan'da kalan bir meraymış ve cumhuriyetin kuruluşundan beri güreşler, Edirne'nin Sarayiçi mevkiinde yapılırmış. Bu mevkide eskiden Osmanlı Sarayı varmış. Balkan Savaşları'nda Bulgarlar bombayla yıkmış, harabeye dönmüş. Şimdi aslına uygun yeniden yapılıyor. Yanı başında, Güreşler için özel bir mekan inşa edilmiş. Mekanın stattan farkı daha küçük olması ve ortasında çim değil, çayır bulunması.

İçeri girince, hemen bir sıraya oturup güreşleri izlemeye başladık. Ortamıza da Ömer Amca oturdu ki herkese terimleri ve kısa bilgileri anlatabilsin. Son güreşler hariç, kalanları çayırda aynı anda yapılıyor. Yani çayırda bir seferde 20'ye yakın güreş izleyebiliyorsunuz. Hatta aynı zamanda bir sonraki grup, peşrev çekiyor çoğu zaman. Peşrev, pehlivanın güreş öncesi seyirciyi gerinerek selamlama merasimi. Önemsiz demeyin, Güreşler'deki en iyi üç peşrevi yapan da para kazanıyor. Tabii esas ödül gruplarda ilk üçe girenlere. Yaş ve deneyime bağlı olarak 17-18 grup var. Herkesin bildiği ve en popüler grup Baş Pehlivan Grubu.

Biz girdiğimizde, geçen 2 senenin baş pehlivanı Mehmet Yeşilyeşil güreşiyordu. Herkes pürdikkatti o yüzden. Bu yıl da kazanırsa Altın Kemer'i kazanıyormuş ki bu çok önemli bir ünvan. Arka arkaya 3 yıl kazananlar, alabiliyor bu kemeri sadece. Ama Mehmet Yeşilyeşil yenildi, hem de 2. turda. Böylece bu ünvanı da kaybetti. Böyle heyecanlı bir güreşten sonra daha rahattı ortalık. Biraz etrafı izledim. Çoğunluk erkekti, doğal olarak, tribünler final günü olmamasına rağmen gayet doluydu. Çayırda pehlivanlar, hakemler, muhabirler, yağcılar, davulcular bir hengame şeklinde işlerini yapıyordu. Arada cazgırlar takdimlerini yapıyordu.

Günün son güreşlerine kadar biraz güreşlere baktık, biraz etrafa baktık, biraz da sohbet ettik. Mesela Ömer Amca'dan öğrendik ki, güreşin bitmesi için göbeğin yıldız görmesi gerekiyormuş. Yani sırt, aşağıya doğru, hafif de olsa yatacak. Son güreşler yine baş pehlivan gubundaydı. Ömer Amca'nın favorisi Ali Gürbüz'ü izledik. Gürbüz 4 dakikada galip geldi. Böylece Güreşleri'n 2. günü tamamlanmış oldu.

Hiç yorum yok: