19 Kasım 2011 Cumartesi

Gelecek Uzun Sürer


Gelecek Uzun Sürer, kendisinden çok söyledikleriyle, anlattıklarıyla ve gösterdikleriyle akılda kalan bir eser. Bu, film aleyhine bir dezavantaj olarak algılanabileceği gibi, avantaja da dönüşebilir. Nitekim yönetmen Özcan Alper başarılı rejisiyle, çok sıkıcı ve anlamsız olabilecek bir filmi sizi durmadan düşünmeye zorlayan ve içinizde kızgınlık ve öfke dahil çeşitli duyguları oluşturan bir filme dönüştürmüş.

Önce filmin beynimde oluşturduğu duyguları yazıya aktarmaya çalışayım: Bir insan düşünün, oğlu, anne/babası, kardeşi veya başka bir yakın akrabası sebepsiz yere öldürülüyor. İçinde onu öldürene dair bir nefret oluşmaz mı ve bu nefreti hiç unutabilir mi? Asıl önemlisi siz, 3. sahış olarak, bu duyguyu beslediği için ona kızabilir misiniz?

Vicdan sahibi bir insanın bu sorulara vereceği yanıt bellidir. Ama bu şahıs bir Kürt olduğunda nedense düşünceler 180 derece dönüyor. Hep itaat etsin, duygularından arınsın, rasyonel olsun diyoruz. Onun da bir insan olduğunu ve içindeki öfkesini dile getirmek isteyebileceğini unutuyor, çünkü olayı politikleştiriyoruz.

Birkaç yıl önce gazetede bir haber okumuştum, eşi 80' olaylarında hapse alınmış ve bir daha haber alınamamış, kendisine öldüğüne dair bile (işkenceden veya direkt öldürüldüğü bariz zaten) bilgi verilmemiş bir kadın hakkında. Devletine defalarca başvurup hep cevapsız kalan bir eş hakkında. Bu kadın, yıllarca içindeki (devlete karşı) öfkeyi biriktirmiş ve HADEP'ten milletvekili seçilmiş. Şimdi sorarım size, bu kadının devlete olan öfkesi sizce de olağan değil mi?

Sakin kafayla ve olayları deneyimlememiş bir bedenle, öfkeyle hiçbir yere varılamayacağını ben de biliyorum. Hiçbir zaman bir olayı/durumu/kavramı günümüzdeki ve normal şartlar altında düşünmemeliyiz. Bu, tarih bilimin olduğu kadar sosyolojinin de ana cümlesidir. Çok alakasız bir örnek: Türkiye'de olağan karşılanan bir hareket Çin'de bambaşka karşılanabilir ve siz gidip Çinliler neden böyle karşıladı diyemezsiniz çünkü olayı temelsiz değerlendirmiş olursunuz.

Anlatmak istediğim şu, Kürtler hakkında düşünürken biraz da empati yapmamız gerek. Oturduğumuz yerden, İstanbul'daki bir bar taburesinden veya birazcık okuyup araştırmadan, sadece bizim işimize öyle geldiği için konuşulmaması gerek. İşte bu aşamadan sonra, olayı etraflıca düşündükten sonra tartışmalıyız.

Sakın ola Kürtleri savunduğum veya PKK'yı haklı bulduğum sanılmasın. Şiddet, her ne nedenle olursa olsun lanetlenmelidir. Ama bu demek değildir ki, şiddetin sebebi araştırılmasın ve şiddete şiddetle karşılık verilsin. Siz ateşin özünü bulmadan söndürmeye çalışırsanız sadece kendinizi aldatırsınız. Bu, sıvı yakıt yangınlarını su ile söndürmeye benzer!

Nitekim 20-25 yıl geçti, hala daha PKK ile mücadele devam ediyor. Tıpkı aradan 100 yıl geçmesine rağmen hala İngiltere'de IRA'nın, İspanya'da ise ETA'nın aktif olması gibi. İnsanlar karşısındaki anlamaya niyetlenmediği müddetçe, karşıdaki tepkisini normal yollarla duyuramadığından olağan dışı yolallardan duyurmaya devam edecektir. Bu şekilde de terör var olmaya devam edecektir.

İşte Gelecek Uzun Sürer'i izlerken kafamda bu ve buna benzer bir sürü fikir dolaştı. İstanbul'da müzikoloji okuyan bir Artvin Ermeni'sinin (aslında kavmi önemli değil ama filmde çok güzel diğer noktalara bağlanıyor) yerel ağıtları kayıt altına alarak bunlardan bir tez yazmak için Diyarbakır'a gidip orada araştırmalar yapmasını anlatıyor film. Aslında Sumru adındaki bu kızın bir amacı da, yıllar önce ansızın giden devrimci sevgilisinin topraklarına ayak basarak onunla, fiziken olmasa da, bir nevi özlem gidermek.

Sumru'nun bir dernek aracılığıyla yerel insanlarla (çoğunlukla Kürtçe) röportajlar insanı hüzünlendiriyor. Filme belgesel havası katan bu sahnelerdeki insanların yüzlerindeki ifadeler, mimikler anlattıklarının ne kadar gerçek, kalpten olduğunu gösteriyor. Bunlara kayıtsız kalmak imkansız.

Son olarak filme dönersek, çok sırıtmayan oyunculukları ve güzel görüntüleriyle çok iyi bir film olduğu çok açık. Bu filmi, ileride daha çok konuşacağız.

Hiç yorum yok: