27 Kasım 2011 Pazar

Sinema Sinema #3


In Time

Andrew Niccol'ün son filmi fikir olarak çok kışkırtıcı. Gelecekte, insanlar kollarında saatle yaşıyor. Para birimi, zaman! 25 yaşından sonra yaşlanmıyorsun ama saatin işlemeye başlıyor. Yeterli zaman kazanamazsan, yani saatin sıfırlanırsa, ölüyorsun. Çok rahat felsefi düşünmelere neden olabilecek bir fikir. Fahrenheit 451'de böyledir mesela ve çok sıkı bir bilm-kurgu klasiği olmuştur. Ama In Time, işin aksiyonuna ve dramına daha çok düşüyor. Fikrini bir amaç değil, bir araç olarak kullanıyor. Hal böyle olunca da film, bir süre sonra Bonnie and Clyde tarzına sırtını yaslayıp kapitalizm eleştirisi arka-planında macera filmine dönüşüyor. Popcornunuzu alıp zevkle izleyebileceğiniz bir film. (Ben durumu abartıp hamburger menüsüyle salona girdim) Amanda Seyfried ile Cillian Murphy'i izlemek çok güzel. Justin Timberlake ise sırıtmıyor.

The Adventures of Tintin

10 yıllık bir Tenten hayranı olarak (tüm kitaplarına sahibim) söyleyebilirim ki Tenten her kişiye, çoğu kişiye uygun olmayan bir kahramandır. Tenten'i seven biri, biraz hayalperest, biraz mistiğe yatkın, biraz mizah tutkunu, biraz da eski tip çizgi-roman sever olmalı. Yoksa sıkılırsınız, saçma gelir, karakterler gıcık gelir. O yüzden Tenten Avrupa'ya özgüdür ve tüm dünyada dolaşsa da Avurpai bir havaya sahip bir maceraperesttir.


Tenten'in bu ilk 3 boyutlu filmi de bu yoldan gidiyor doğal olarak. Biraz daha yumuşatsa da ortada bir Tenten filmi var. Onun ruhuna ihanet etmeden sinemalaştıran bir yapıya sahip. Bu yapıda üç yeni yıldızlaşan İngiliz senaristin payı büyük: Coupling'in yaratıcısı Steven Moffat, Spaced ve Shaun of the Dead'in arkasındaki isim Edgar Wright ile Attack the Block ile bu yıl çıkış yapan Joe Cornish. Bunlara Indiana Jones ile bu atmosfere hiç de uzak olmayan Steven Spielberg eklendiğinde işler daha da alenileşiyor.

Tenten tutkunlarına (onlara bir sürü gönderme var zaten) uygun, zevkli bir macera yaşatan bir film. 3. boyutu iyi olsa da biraz gereksiz olmuş. Ama potansiyeli var.

Rise of the Planet of the Apes

Planet of the Apes evrenini biraz bilen biri, esas fikrin insanın bencilleşmesi, makineleşmesi, doğaya zulmü olduğunu bilir. Bu son film de, bu temalara ihanet etmediğinden ve hatta onlara yeni bir açıyla yaklaştığından esas takdiri topluyor.

Günümüzde, bir ilaç şirketi araştırmacısı etrafında şekillenen tema, maymunların ilk defa zeki hale gelişini ve kendi hakları için savaşmasını anlatıyor. Merkeze de Ceasar (Jül Sezar'a iyi bir gönderme) adlı maymunu alan ve onun önderliğinde bir devrimin gelişimini soğukkanlılıkla anlatan film, eksiğini insan karakterlerine borçlu. Maymunların üzerine çok kafa yoran ve sağlam referanslarla ("Bir dal kırılabilir ama bir öbek dal kırılmaz!") onları karakterleştiren film, insan karakterlerinin üzerine o kadar düşmüyor. Bu sebeple, insanlar film içinde de klişelere mahkum olup filmi zayıflatıyorlar.

Finaliyle yakın zamanda izlediğim ve yazdığım Contagion'u anımsatan ve gerçekçi bir bilim-kurguya dönüşen film, çevreci yapısıyla ilerde de sıklıkla referans verilecek filmlerden oluyor. 2011'in en iyi gişe filmi olduğunu iddia etmek de zor değil.

Hiç yorum yok: