29 Ekim 2009 Perşembe

'The One'ın Türkçesi!

İngilizce’de ‘the one’ tabiri var ya. Hani ‘hayatında aşık olabileceğin tek kişi’ anlamındaki. İşte o tabir, Türkçe’de yok. Sanırım Türkler kavrama alışkın değil!

Aslında geçmişe bakınca mantıklı da geliyor. Düşünsenize, hayatını sadece çocuklarının annesi sıfatı için evlendiği kadınla bilumum metresleri arasında geçiren Türk erkeği. Diğer tarafta da, mahallenin koca karısının bulduğu ilk erkekle evlenen Türk kızı. Zaten ortada aşk diye bir şey yok ki! Nerede ‘the one’ kelimesine ihtiyaç duyulacak?

Hal böyleyken, bizim neslimiz de aynı hastalıktan mustarip hayatını mahvediyor. Hastalığın tanımı şu: Her heyecanı aşk zannetmek. Ama duyduğunuz her duygu aşk değil ne yazık ki! Zaten öyle olsaydı, aşk bakkalda da satılırdı. Hiç unutmuyorum, bir arkadaşım günde 5 kere aşık olduğunu savunuyordu. Yüzüne salak gibi bakmıştım. Meğerse okul-yurt arasında otobüste gördüğü her kıza aşık olduğunu sanıyormuş!

Bir aralar bir mail tüm Türkiye’yi dolaşıyordu. Şöyle hissediyorsanız onun adı tutkudur, şöyleyse şehvettir, şöyleyse takıntıdır diye. Her duygunun aşk olmadığını anlatmaya çalışıyordu. Ama sadece Türkler değil, tüm dünya aşkı diğer duygularla karıştırıyorlar. Türkler de durum daha vahim çünkü aşkın ne olduğunu daha yeni çakıyorlar. Bir de kapitalizmin çıkarcı ilişkileri arasında aşkı daha da eziyorlar Türk’ün çocukları.

Şimdi ecnebiler, ‘the one’ tabirini ondan bulmuşlar. Sevebilirsiniz, hoşlanabilirsiniz, onu delice isteyebilirsiniz, hatta onu görmeyince ölecek gibi olabilirsiniz ama ‘the one’ olayı daha başka bir şey!

Hiç yaşamadım, sadece tahmin yürütüyorum ama ‘the one’ olmak yanında yatsa da her sabah onu özlemektir, kaç yıl geçse de ilk günkü gibi, hatta daha da çok sevebilmektir. Belki hayallerde yaşıyorsun diyebilirsiniz. Belki de ama ben bundan mutluyum. Günlük, aylık, yıllık ilişkiler beni cezbetmiyor. Mesela evli insanların sıklıkla kullandığı “Sevginin saygıya dönüştüğü yerdeyiz.” safsatasına inanmıyorum. Ya kardeşim madem artık sevmiyorsun neden evlisin, neden hala aynı hayatı paylaşıyorsun, neden kendini, onu ve hatta çocuklarını mutsuzluğa sürüklüyorsun? Bu kadar statükocu olmayın, ey Türk milleti!

Anlamıyorum valla. Bir hayatı 2-3 yıllık tutku için zindana çevirmeyi çakamıyorum, jeton düşmüyor. Görücü usulü evlilikler ile toplum baskısı için evlenenler bile daha mantıklı hatta. Hiç olmazsa onlar baştan kabulleniyorlar durumu. Bir hayat böyle geçecek, diye. Aşık olduğunu sanıyorsun, halbuki adamın arabası filan hoşuna gidiyor, erkek de illa cinsellik istiyor. Bizim kültürde beraber yaşama zaten saçmalık! Tak evleniyorlar, 2-3 ay sonra “Aaaa, aşık değilmişim!” Valla, bravo! Son yıllarda 1 yılı geçmeden boşananlar niye arttı zannediyorsunuz? Hep aynı mantık.

Yazıya başlama sebebim farklıydı, evliliklere girdik. ‘The one’ olmak özeldir ve bunun için illa güzel, alımlı, bakımlı, zeki filan da olman gerekmez. Herkesin ‘the one’ı ayrıdır çünkü. Bir saplantıyla bir kıza yazarsın ama kız seni istemez sonra da senden daha kötüsüyle çıkar. Çıkabilir mi, evet. İlla ‘the one’lık olay da değildir bu. Öyle olmuştur o an.

Tabii bu medya bombardımanı altında herkes Brad Pitt olmak isteyip mini etekli hatunlar tavlamaya çalıştığından oluyor bunlar. Halbuki herkes kendi olsa, ortalık durulacak. Olmadığın biri gibi davranmak belki onu yatağa sokar, peki sonrası? Yatak sana kafiyse diyeceğim kelam yok ama birlikte bir yaşam?

Çok zor be! Issız Adam’da adam diyordu ya: “Çok zor be anne!” Valla, zor be! Onu bulabilmek, bulduğunda da elinden kaçırmamak inanın çok zor!

1 yorum:

Osman Buğra dedi ki...

Hmm ilginç varsayımlarla dolu bir yazı. Avrupa'da evliliklerin aşkla ve Türkiyede görücü usulüyle olması gibi bir varsayımla başlamışsın bir kere. Pek katılmam ya neyse. Bir de metres ne alaka. İzlediğim bir kısa filmden alıntı yapmak gerekirse: "İnanmıyorum aşkı seksle bir tutan erkekler" diyorum kısaca...