3 Nisan 2010 Cumartesi

Kişisel Hayatın Sınırı

Yine yzmayalı uzun zaman oldu! Bu arada ufak çaplı bir ruhsal çöküntü yaşayıp karamsarlığın diplerine vurdum. Sonuç olarak Facebook hesabımı belirsiz bir süreliğine kapadım. Ara sıra canım çekse de çok özlemediğimi fark ettim. Bir tür bağımlılık gibiydi artık. Hayatımda bir olay olunca bunu durum çubuğuna (status) nasıl yazarım diye aklımdan geçiriyordum. Hayatı bir şekilde alenileştirmek gibi ama bayağılaştırmak daha iyi ifade ediyor galiba.

House, M.D.'nin yayınlanan son bölümünde hastamız iflah olmaz bir blog yazarıydı mesela. Hayatındaki her adımı bloguna yazan, gelen yorumlara göre de yapacaklarına yön veren bir blogger. Tabii tipik bir Amerikan dizisinden bekleyeceğimiz gibi muhafazarkar bir mesajla sonlandı bölüm: Hayatın gizliliğinin kutsallığı ve aile kurumunun yüceltilmesi. Lakin yine de bazı sorular kafanızı kurcalıyor. En azından benim kafamı kurcalıyor.

Kişisel hayatın gizliliği ve buna verdiğimiz değerin sınırı nereye kadar? Kişisel özellikler yada kişisel bir olay hakkında yapılacak bir şakanın sınırı nedir? Hayatın kutsallığının kapsamı nedir?

Bakın, 21. yüzyıldaki Big Brother geyiklerine hiç girmeyeceğim. Oldukça eminim ki birileri hangi sayfaya girdiğimi biliyor, kiminle ne konuştuğumu dinliyor, alışverişlerimin dökümünü tutuyor. Bunlardan bahsetmeyeceğim. Benim derdim daha mikro seviyede, günlük ilişkiler dahilinde.

Bu blogun amacını hep zikrediyorum: Kendimi daha iyi anlatabilmek, maskelerden bir yazı olsun kurtulabilmek. Herkesin ikiyüzlü davrandığı yada davranmak zorunda olduğu bu zamanda her şeyi özgürce yazabilmek. Ama o özgürlük de nereye kadar? İşte zurnanın zırt dediği yer.

Mesela bu blogta tuvalette şu kadar oturdum diye yazmam. Neden? Ayıp diye bir şey var. Yada sevgilimle (ki yok) yaptığım bir kavganın detaylarını yazmam. Çünkü özel hayattır. İş yaşamımla ilgili detaya giremem. İş etiğine aykırıdır. Bir arkadaşımla ilgili negatif düşüncelerimi açıkça yazamam. Sonra tepenize çullanır.

Peki ne yazacağım? Hayatım bu yazdıklarım da kapsamıyor mu? Değişmekle beraber bu öğeler hayatınızda ciddi bir yer işgal etmiyor mu? Hayatınız hep pozitif mi? Affedersiniz ama Polyanna mısınız?

Evet, bazı özel şeyler özeldir; öyle olması ve kalması da gerekir. Ama her şey de değildir. Bazı şeylerin paylaşılması gerekir ki üzerinizdeki yük hafiflesin veya paylaşmanın da mutluğunu yaşayın. Bu blogun amacı da bu mutluluktan ibarettir. Paylaşmaktan, fikir almaktan, yeri geldiğinde üzerinden tartışmaktan duyduğum hazın bir sonucudur bu blog.

O yüzden verilen her tepki, yapılan her yorum hoşuma gider. Tabii burada da bir ikilem ortaya çıkıyor. Ben buraya kısmen de olsa hayatımı yazarken bunu okuyan kişi ne düşünüyor? Çeşitli olasılıklar var:

Bir, ciddiye alabilir, tepkisini bu yönde verir. Kişisel tercihim budur. Sonuçta ben burada komedi blogu yazmıyorum, hayali olaylar hakkında yazmıyorum ve elimden geldiğince belli bir düzeyde yazıyorum.

İki, dalga geçebilir. Mutlaka vardır. "Bu salak ne saçmalamış?" diyebilir. Kendi kararıdır, bana bulaşmasın yeter.

Üç ve bence en kötüsü, tanıdıklardan biri merakla okur, sonra da farklı bir ortamda negatif bir yorumla önününüze getirir. Siz yazıyı beğenmeyebilirsiniz. Normaldir. Yazının altında yorum seçeneği vardır, yazarsınız, tartışırız efendi bir şekilde. Ama bambaşka bir ortamda bunu yaparsanız şartlar değişir. O ortamda o yazıyı okumayanlar vardır, hatta bilmeyenler vardır. Resmen yargısız infazdır bu! Sakın!

O yüzden uzunca süredir blogumu tanıtmıyorum. Blog okumak isteyenler, bulup okuyor zaten. Onlar bana yeter. Beni gerçekten tanımak isteyenler, okumaktan zevk alanlar okusun. Burası bir ego arenası da değil. Şu kadar okuyucum var diye de övünmem. (Bir ara öyle bir derdim vardı artık hiç yok.) Temiz bir iş yapmak istiyorum. Bir iz bırakmak istiyorum, minnacık da olsa. O yüzden de bu bloga saygı istiyorum, ötesi yalan.

Şimdi yazının başında ne yazmıştık: Kişisel hayata saygının sınır nedir? Sorum bu yazıyı okuyan herkese. Kendi cevabımı da hafta içi yazacağım.

Hiç yorum yok: