20 Eylül 2008 Cumartesi

Bond, James Bond

“My name is Bond, James Bond.”, “Shaked but not stirred martini”, Walther PPK tabanca, Q, M, Miss Moneypenny, Biofeld ve kedisi, … Bu saydıklarımın hepsini sadece Bond serisinde görebilirsiniz. Peki bunlar nasıl bu kadar popüler oldu? Nasıl bir serinin bu kadar markası olabildi? Daha da ilginci nasıl bir seri bu kadar zamana dayanıp popülaritesini hiçbir zaman kaybetmedi?

Elbette sürüyle cevap verilebilir her birine ama aynı cevapları bulamazsınız. Çünkü herkesin Bond’u sevme nedeni farklıdır. Herkesin kafasındaki Bond imajı farklıdır. Kimi Sean Connery’cidir, kimi Roger Moore’cu. Çünkü herkes farklı bir özelliğini sever. Kimi zekasını, kimi çabukluğunu, kimi macera tutkunluğunu, kimi de seksiliğini.

Benim Bond tutkum çocukluğumda başladı. Ama çocukken izlediklerim unutulup gitmiş, sadece kimi sahneler kalmış. Christopher Walken’ın daha kahkahası gibi, Roger Moore’un stüdyoda çekildiği çok aşikar olan kayak sahneleri gibi. Nedense Ursula Anderes’in Bond’la karşılaşması da akılda kalmış. Geçen yıl, bu böyle gitmez, dedim kendi kendime ve külliyatı baştan izlemek gerektiğine karar verdim. Öyle bir anda değil tabii, uzun bir süreye yayarak. Sonuçta yaklaşık 10 aylık süre zarfında Dr. No’dan başladım Die Another Day ile bitirdim. Geçen ay Casino Royale’i izlediğimden bir daha izleme zahmetine girmedim. Bir de Bond parodisi Casino Royale var, onun da ilk 15 dakikasını izledim ama sarmadı, çok kötüydü.

Şimdi burada teker teker filmler üzerinde yorum yapmaya niyetim yok. Daha ziyade, genel yapı üzerinden başlayıp filmlerden örnekler vereceğim. Böylece iyileri ve kötüleri belirmeye çalışacağım, en azından benim iyi ve kötülerimi.

Her Bond filminde sabit olan birkaç unsur vardır: Film, bir aksiyon sahnesiyle başlar. Hiç girizgah yapılmadan izlediğimiz bu sahnede, güzel atraksiyonlar bulunur. Sonra grafik ağırlıklı bir jenerik sahnesi başlar. Filmin ana şarkısının da çalındığı sahnede genellikle kızların olduğu grafik planlar izleriz. Bu sahneyi ölene kadar Maurice Binder başarıyla oluşturdu. Tabii burada şarkıya da önem vermek gerekir. Çoğu filmde filmin adıyla adaş olan şarkıyı dönemin ünlü bir grubu ve ya şarkıcısı söyler. Favorilerim Bono’nun yazıp Tina Turner’ın yorumladığı ‘Goldeneye’, Sherly Crow’un yazıp seslendirdiği ‘Tomorrow Never Dies’, Duran Duran’dan ‘A View to a Kill’ ve Shirley Bassey’den ‘Goldfinger’.

Jenerikten sonra filmin konusuna bir giriş yapılır ve asıl film başlar. Film boyunca genelde kullanılan birkaç unsur vardır: M ve Q ile buluşma, Q’nun yeni aletleri, 2-3 Bond kızı, bir çok zengin kötü adam ve onun güçlü ve ya zeki yardakçısı, farklı ülkeler ve arabalar. Filmden filme değişen unsurlar bunlar.

Biraz bu unsurlardan gidelim çünkü bunlar Bond’u Bond yapan öğeler. M, her zaman çok önemli bir karakter oldu ve İngiliz karakter oyuncuları tarafından oynandı. Bernard Lee en fazla oynayandı ama hep pasif bulmuşumdur. Judi Dench ise daha iyi yakışıyor role. Q ise malumunuz ilk film hariç Desmond Llewelyn tarafından oynandı ve filmlerin mizah yönünü temsil etti. John Cleese ise önce The World is not Enough’da Q’nun yardımcısı oldu, sonra Llewelyn ölünce de yeni Q oldu. Bu arada Casino Royale ile başlayan yeni vizyonda eskilerden tek ödünç alınan Dench ile Cleese oldu.

Bond kızları aslında ayrı bir yazı konusu ama abartmayalım. Yapımcıların Allah’ı var, Diamonds are Forever’daki Jill St. John hariç itici bir kız hiç olmadı. Hepsi güzeldi ve seksiydi. Tabii öne çıkanları var ama seçim çok zor olduğundan liste uzun olacak: Ursula Anderes (Dr. No), Honor Blackman (Goldfinger), Diana Rigg (On Her Majesty’s Secret Service), Barbara Bach (The Spy Who Loved Me), Carole Bouquet (For Your Eyes Only), Izabella Scorupco (Goldeneye) ve Eva Green (Casino Royale). Bu saydıklarım gerçek manada güzel ve çekiciler. Ayrıca Bond’a çok yakışıyorlar. Elbette sürüyle daha kız var ama çok ilgi çekici oldukları söylenemez. Son olarak The Living Daylights’ta baş Bond kızı olan Maryam d’Abo’nun çektiği Bond Girls are Forever belgeselini izlemenizi tavsiye ediyorum (Casino Royale’ın DVD’sinde bulunuyor). Daha fazla detaya inersem çıkamayacağım.

Kötü adamlara gelirsek gayet çekici bir liste bizi bekliyor. Başta Ian Fleming olmak üzere senaristlerin yaratıcı davrandıklarını kabul etmek gerek. Çünkü hem karakterler iyi yazılmış hem oyuncular iyi seçilmiş. Tabii başta aklıma Biofeld geliyor. Kel olarak bir sandalyede kedisini okşamasını hiçbir seyirci unutamaz herhalde. Sonra ise Christopher Walken’ın canlandırdığı Max Zorin (A View to a Kill), Christopher Lee’nin Scamaranga’sı (The Man With Golden Gun), Gert Fröbe’nin efsaneleştirdiği, filme adını veren Goldfinger geliyor. Ayrıca oyunculara aşina olduğumdan son dönem filmlerden Sean Bean, Jonathan Pryce ve Mads Mikkelsen’in performansları çok akılda kalıcıydı.

Yardakçılar ise bir o kadar çeşitli ve geniş yelpazeye sahip. Hepsi ayrı tatlar barındırsa da Oddjob (Goldfinger) hep başta yer alır. Bıçak görevi gören şapkasıyla Oddjob bir başkadır. Birkaç filmde oynayan ve en sonunda iyi olup Bond’a yardım eden çelik dişli Jaws ise her zaman ikinci sıradadır popülaritede. Ayrıca aklımda kalanlar ise şunlar: The Man With Golden Gun’daki cüce, A View to a Kill’de oynayan Grace Jones’un canlandırdığı zenci sadist, Famke Jannsen’in canlandığı başka bir sadist (Goldeneye) ve Benicio Del Toro’nun gençlik günlerini gördüğümüz Dario (Licence to Kill).

Bond’un kendisini unutmayalım. Şu ana kadar 6 kişi Bond rolünü oynadı. Ben bir tek Roger Moore’u beğenmem çünkü bana hep yapmacık gelir. Zaten hiçbir aksiyon sahnesinde kendisi oynamamıştır ve bazı sahnede çok açık belli olur bu durum. En iyi Bond ne olursa olsun ilk olma sıfatıyla Sean Connery’dir. İkinci sırayı bence George Lazenby (hep atlanır ama çok iyidir), Pierce Brosnan ve Daniel Craig alır. Timothy Dalton ise fazla dramatik kalır bu rol için.

En son ise filmlere bakalım: Hepsi belli bir düzeyi tuttursa da Goldfinger, Casino Royale, On Her Majesty’s Secret Service, Thunderball ve From Russia With Love en iyileridir. Ayrıca ben The Spy Who Loved Me, The Living Daylights, Goldeneye ve You Only Live Twice’ı beğenirim. En kötüsü de Die Another Day’dir açık ara.

Toparlasak Bond tüm öğeleriyle bir bütündür. Bond filmleri, sinema tarihinde özel bir yere sahiptir. Bir sürü filmi etkilemiştir ki saymakla bitmez bunlar. En ünlüsü de Indiana Jones serisidir. Bond karakteri azla ölmeyecek nadide edebiyat karakterindendir ayrıca. Ian Fleming’in yarattığı karakteri daha çok göreceğiz. En yakın tarihlisi de Quantum of Solace. Çok değil, kasımı bekleyeceğiz.

Hiç yorum yok: