2 Eylül 2007 Pazar

Almanya Günlükleri-3

Dresden garip bir yer. Tam adını benim de koyamadığım bir tat veriyor insana. Sanat, tarih, eziklik ve Almanlığın birleşimi sanki. Eziklik çünkü şehrin 2. Dünya Savaşı’nda harap olmasının getirdiği bir duygu var. Öbür türlü, şehir tam bir sanat şehri. Eski şehrin her adımında bir müze var. Görkemli binalara köprüler ekleniyor. Ama nedense Edinburgh’un verdiği tada ulaşamıyor. Belki de savaşın bir getirisi. Eski şehrin dışında kalan alan 1945’ten sonra yeniden inşa edilmiş. Gerçi eski şehrin de çoğu kısmı yeniden restore edilmiş ama yeni ile eski arasındaki bir bıçakla ayrılmış kadar belirgin.
Dresden, müzeler olmasa bir günde her yeri gezilebilecek bir şehir. Eski şehri turlamak en fazla 2 saatinizi alır. Yemek yiyip Elbe kenarında yürüseniz ve dünyanın en eski teleferiğine binip şehri yukardan seyir eyleseniz bile 1 gününüzü almaz. Kadınlar için alışveriş yapacak pek bir yer de yok. Ama müzelere 4–5 gün ancak yeter herhalde. ‘Historische Museum’ diye bir resim müzesi gezdim. Benim gibi resimden anlamayıp hızlı hızlı tablolara göz gezdiren biri bile 2 saatte bitirebildi tüm müzeyi. Rafael başta olmak üzere Rönesans ressamlarından oluşan koleksiyon gerçekten de göz kamaştırıcıydı. Ayrıca Otto Dynx ile adı C ile başlayan ünlü bir ressamın (Martin Luther’in kankasıymış) özel koleksiyonları bulunmaktaydı. Bir de Dresden ve çevresine dair 16. ve 17. yüzyılda yapılmış tablolar bulunuyordu müzede.
İkinci olarak şehrin eski hükümdarlarından Güçlü August’un hazinesini gezdim. ‘Yeşil Hazine’ denen bina tamamen hazine için –zamanında- özenle hazırlanmış bir yapı. Odaların iç mimarisi bile göz kamaştırıcı. İçindeki mücevher, heykel, porselen, kristal başyapıtlar baş döndürücü güzellikte.
Aslında Dresden’e 4 gün ayırıp, müzeleri tavaf edip, aralarda biranızı yudumlayarak gezip bir daha da uğramayacaksınız. İşte Dresden böyle bir kent.

Hiç yorum yok: