2 Eylül 2007 Pazar

Demokrasi Kavramı

Demokrasi nedir? Gayet ciddiyim. Bana demokrasinin tam manasını verebilir misiniz? Siz demokrasi ile yönetiyorsunuz, hiç onun hakkında düşünüp kafa yordunuz mu? “Kardeşim, ben demokrasi ile yönetiliyorum ama bu demokrasi denen ithal şey de neyin nesi?” dediniz mi? Yoksa hala ilkokul tanımlamasıyla mı yetiniyorsunuz? Yani, sizce demokrasi halkın kendi kendini yönetmesinden mi ibaret?
Siz hala demokrasinin antik Yunan’dan sonra 1789’da aniden ortaya çıkan bir kavram olduğunu mu düşünüyorsunuz? “Ben oyumu verip işime gücüme bakarım, öyle alengirli işlere kafam çalışmaz!”diyenlerden misiniz? Ama bütün bunlara rağmen kendini demokrat görüp, her güncel tartışmada görüş belirtenlerden misiniz?
Hiç utanıp sıkılmayın. Hiç yalnız değilsiniz. Üstelik tahminlerime göre ülkenin yaklaşık %80’ini temsil ediyorsunuz. Peki suçlu musunuz? Hayır. Bilmemek değil, öğrenmemek ayıp demişler. Size öğreten mi vardı da öğrenmediniz. Vatandaşlık derslerini okulun en salak hocalarını verdirdiler, “Çocukların kafasını niye bulandıralım, nasılsa yönetilecekler, öğrenseler ne olur?” dediler, tanım öğreteceklerine antlaşma tarihleri gibi hiçbir yararı olmayan bilgilerle kafaları doldurdular. Kendi adına öğrenenleri “Pis komünist!” etiketiyle yıldırdılar. Çünkü politika 50 yaş üstünde yapılabilirdi, 18’lik gençler için sakıncalıydı. Peki 21. yüzyılda olmamıza rağmen neden hala bu vaziyetteyiz? Batı, nasıl öğrendi de biz öğrenemedik?
Bir kere şöyle bir saçmalık olmadı: 1789’da ihtilal olur olmaz tüm Avrupa demokrasi ile yönetilmeye başlanmadı. Peki noldu? Avrupa yaklaşık 100 hatta 150 yıla yayılan bir süreçte demokrasinin ne olduğunu yavaş kavradı. Yani bir geçiş dönemi yaşadı, üstelik çok sancılı bir geçiş. Uğruna kim bilir kaç bin kişi öldü, kaç düzine ayaklanma yapıldı? Türkiye’deki gibi hep aydın kesimin halka verdiği bir ayrıcalık olmadı, çünkü halk bunu istedi ve elde etti. Onun için tüm batı halkları şu an demokrasinin ne olduğunu biliyor. Türkiye’deki gibi ağlamadan alınan bir oyuncak değil onlarınki; ağlayarak, küfrederek, kavga ederek alınan bir değer. Kimileriniz cumhuriyetin Kurtuluş Savaşı sonucu kazanıldığını zannedip hala hayal görüyor olabilir. Kurtuluş Savaşı adı üstünde bir bağımsızlık mücadelesiydi. Cumhuriyet, Mustafa Kemal Atatürk tarafından, Osmanlı İmparatorluğu’nun artık tamamen çökmesinden faydalanılarak Türk halkına verilen bir armağandı. Ama ülke halkı, belki de, hiçbir zaman bu armağanın ne olduğunu anlamaya çalışmadı. Nasıl padişah zamanında Tanzimat Fermanı ve ardından Islahat Fermanı’nı yayınlayarak halkına lütfedip hak ve hukuk verdiyse Gazi Paşa da kurtarıcı olması dolayısıyla halkın gözünde bir nevi padişah olduğundan halkına lütfedip halkına demokrasiyi vermişti. Kimse Mustafa Kemal Cumhuriyet’i ilan ettiğinde sözlüğü açıp “Yahu bu cumhuriyet de neyin nesi?” dememiştir herhalde. (O zamanda sözlük mü vardı diyenler olabilir, isteyen gider öğrenirdi gayet.) Tam tersine padişahlık sistemi bir anlamda devam etmiştir (tabii halkın kafasında). Zaten 18. yüzyıldan beri ülkeyi yerel bazda ayanlar yönetmekteydi. Bunlar kimdi? O yöredeki zengin kişiler ve tarikat mensuplarıydı. 1. Meclis’in mensuplarına baktığınızda bu dediğim gayet rahat anlaşılabilir. Mensuplar şeyhlerden, tarikat liderlerinden, zengin aile üyelerinden (ağa, aşiret reisi) ve bir kısım batıda eğitim görmüş entelektüellerden ile batı tarzı eğitim almış askerlerden oluşmaktaydı. Yani halkın gözünde pek bir şey değişmemişti, sadece adı değişmişti, monarşi demokrasi oluvermişti. (Aslında ayan yapısı tüm Türk tarihinde görülebilir, oba reisine denk bir unvandır)
Atatürk’ten sonrada, halk demokrasiyi anlamaya çalışmadı. Bunun en bariz örneğini İnönü’de görürüz. İsmet İnönü, Cumhurbaşkanı olduğunda kendi adına para bastırıp, ülkeyi kendi kadrosuyla yönetmeye kalkışmıştı. Yani İnönü bile kendini padişah zannetmişti. İnönü’nün anlayamadığı demokrasiyi halkın anlaması çok zordu. (İlginçtir, İnönü demokrasinin ne manaya geldiğini belki de Demokrat Parti zamanında muhalefete düşünce anlamıştır.) İnönü’den sonra da halkın çok farklı olmasını beklemeyin. Demokrat Parti de kendini hanedan zannetmiştir. Hanedanın yıkılması ancak darbeyle sağlanabilmiştir, çünkü halkın hanedanı nasıl devirebileceğinden haberi yoktu çünkü demokrasiyi bilmiyorlardı. Zaten Türk darbelerinin özelliği de budur. Halk, sistem karşıtı bir hareket gördü mü, ayaklanmaz ama şikayet eder ve güçlü bir kurumun bu karşıtlığa müdahale etmesini ister. Türkiye’de bu kurumun karşılığı da ordudur. Yani demokratik hakkını kullanmaz ama bu hakkı başkasının kullanmasını ister, çünkü hala demokrasinin ona verdiği hakları bilmemektedir.
Yıl 2007. Hararetli bir yaz geçirmekteyiz. Hem küresel ısınma kendini ciddi olarak gösteriyor, hem de üst üste gelen siyasi olaylarla boğuşuyoruz. 22 Temmuz seçimlerinde laik kesimin beğenmediği bir sonuç çıktı ve hemen darbe dedikoduları başladı. “Tek umudumuz ordu!”, “Yakında kesin darbe olur!” gibi söylemler her yerde söylenmeye başladı. Hele Abdullah Gül’ün cumhurbaşkanı olmasıyla iddialar katmerlendi. Halk, yine haklarını kullanmak yerine dede-babadan duyduğu anti-demokratik yöntemleri uygulamak niyetinde. Söz konusu eylemin ülkeye kaça patlayacağını hesap bile etmeden icraat istiyor.
Tabii durum o kadar da kötümser değil, demokrasiyi layığıyla sindirebilen insanlar hızla artıyor. Bunun en önemli kanıtı da nisan ve mayısta yapılan ‘Cumhuriyet Mitingleri’dir. Batılıların 1815’te Fransız İhtilali’ni daha yeni yeni sindirip imparatorlara karşı ayaklanmalarını biz daha 2007’de yaşıyoruz. Çin ile Japonya bile bu yollardan 19. yüzyılın sonlarında geçmiş. Biz daha Boxer Ayaklanması yapacak kadar bile bilinçli değiliz çünkü bizim tarihimizde hükümdara karşı gelmek sakıncalıdır, törelere uymaz.
Eğer 21. yüzyılda medeni devletlerin altında eğilmeden yaşamak istiyorsak öncelikle nasıl yönetildiğimizi öğrenmeliyiz. Demokrasinin ne olduğunu başta gençler olmak üzere tüm kuşaklara öğretmeliyiz. Her şeyin başı eğitimdir. Demokrasiyi bilen kişi, ancak kendini yönetmeye muvaffak olabilir.

Hiç yorum yok: