15 Mayıs 2007 Salı

Kadın Hakları Hakkında Birkaç Düşünce

Öncelikle şu söylemek lazım, bahsedeceğimiz konunun zemini pek sağlam değil. Bir sürü fikir var. Feministlerden tutun da aşırı dindarlara kadar konuya apayrı bakan görüşler mevcut. Bir erkek olarak hiçbir safa ait olmadığımı belirtmeliyim. Sonradan bana “Kadın düşmanı!” ve ya “Feminist” etiketleri yapıştırmaya yanaşmayın. Çünkü ikisi de değilim. Benim düşüncelerimin 22 yıllık hayat tecrübemden damıtılarak oluşan birkaç damlanın kağıda yansımasıdır. Yoksa ben otorite filan değilim. Zaten öyle olduğumu iddia edemem de çünkü o alanda bir eğitimim yok.

Heteroseksüel bir erkek olarak kadınlarla ilgiliyim. Doğal olarak onlar hakkında düşünüyorum ve ileride hayatıma girebilecek kadın(lar) hakkında nasıl bir tavır takınacağımı tezahür ediyorum. Bu çerçeve içerisinde de kadın yaşayışı hakkında birkaç düşüncem var.

Öncelikle hayat felsefeme bağlı olarak bir insana, ilk olarak ırksal, dinsel, cinsel olarak bakmam. Bir kişi öncelikle insandır, benim için. Sonra onun özellikleri gelir ki en başta önemli bir fiziksel ayrım olan cinsiyet gelir.

Cinsiyetin sadece fiziksel bir olgu mu yoksa ruhu da içine alan daha derin bir olgu mudur? Bunun hakkında yapılan düzinelerce araştırma var sanırım. Birkaçını bilimsel dergilerde ben de okudum. En bilinen bulgu erkek beyninin kadınınkinden 300 gr. fazla olmasıdır ki bence fiziksel bir bulgu ile insanın aklı hakkında mukayese yapılamaz. Bunun gibi çeşitli bulgular da mevcuttur. Kadınların daha hassas olması, erkeklerin daha dayanıklı olması gibi ki bence günümüz dünyasında böyle fiziksel ayrımlar yaparak konuyu tartışmak son derece saçma.

21. yüzyıl öyle bir yüzyıl ki yapamayacağınız bir şey hemen hemen yok. Bir kadın belki asker olarak cepheye inemez (ki bence bu kural geçerli değil artık) ama komuta başında bir erkeğin yapabileceğinin çok daha fazlasını yapabilir. Keza bir erkek belki çocuk doğuramaz ama bir kadından çok daha iyi annelik yapabilir.

Burada önemli bir eleştiri gelebilir. Olay zamanda mı bitiyor? Hayır, ama tarihte kimin kimden üstün olduğunu %100 anlamanızın olanağı yoktur. Unutmayın ki tarihi kazananlar yazar ve bunlar hep erkektir. Tabii ki de teknolojik gelişmeyle kadın hakları doğru orantılı artmıştır ama bu gerçek, gelişme öncesi kadınların bir hiç olduğunu göstermez.

Tarih öncesinde kimi bölgelerdeki kadınların erkeklerle eşit olduğunu belgeler bize söylüyor. Gerek Hititlerde gerekse Mısırlılarda böyle dönemler mevcut. Ayrıca erkeğin iktidarda olması her zaman erkek iktidarı olduğu anlamına gelmez. Tarihte birçok lider aşklarının veya annelerinin sözleriyle düşüncelerini yönlendirmiştir ki bu olgu, kadınların düşünüldüğünden fazla iktidarda olduğu anlamına gelir.

Mesela dünyaca ünlü filozof Aristo’ya bakalım. Aristo’ya göre kadınlar da birer insan olduğundan eşit olmalıdır fakat (altını çizelim) kadınlar da erkek gibi yaşarsa evde çocuğa bakacak kimse kalmayacağından kadın evinde oturmalıdır. Benzer düşünceyi 20. yüzyıla kadar birçok düşünürde görebilirsiniz. Örneğin Fransız İhtilal’ini hazırlayanlardan Voltaire bir sözünde kadınları resmen aşağılamıştır. Yine ünlü bir İngiliz düşünür kadınların politikaya giremeyecek kadar aptal olduğunu belirtir (Margaret Thatcher hakkında ne düşünürdü acaba?).

Türklere bakalım mesela. Göçebe kavmin kadınları her zaman evin efendileridir. Buna itiraz edenler olabilir ama hala daha bu düzen devam etmektir. Savaşçı olan erkekler at sırtında kilometrelerce yol tepip savaşıp avlanırken, kadın evine (obasına) bakmıştır. Yerleşim yerinin tüm sorumlulukları ondadır, yemek, çocuklar, tertip-düzen başlıcaları. Bu bakımdan anaerkil bir toplum olduğu bile söylenebilir. Günümüzde bile Türk erkekleri evle ilgili kararlara pek katılmazlar, tüm işlere kadınlar bakar.

Burada kadınların erkeklerle daha eşit olma problemi araya geliyor. Çalışmak, başta gelen istek. Çoğu erkek, bu isteği “Kadın kısmı çalışmaz!” diyerek savıyor. Bu da bir bakımdan mantıklı gelebilir. Şöyle ki yüzyıllar boyu eve para getiren dolayısıyla görünür iktidar (aslı kimdedir tartışılır) olan kişi, kendisine rakip çıkınca istemiyor doğal olarak. Asırlardır tekel olan erkek cemaatinin duapol bir ortama girmesi kendine ters geliyor. Aslına bakarsanız çoğu kadına da durum ters geliyor. Şimşekleri üzerime çekmeden hemen açıklayayım: Kadın şu ana kadar hep evde oturmaya alışmış, okumamış, koca bekleyip çocuk bakmak, günlere katılmak hayatı olmuş. Doğal olarak anneler kızlarını da böyle yetiştirmiş. Çoğu kadının kızına şöyle dediği açık: “Oku ama nasılsa koca bulup evleneceksin, pek de uğraşma.” Genelleme yapmıyorum ama durum böyle. Hatta sırf iyi koca bulmak için okuyanlar mevcut. Şaka değil gerçek. Şöyle düşünebilirsiniz: Okumuş bir erkek, hele 21. yüzyılda, cahil bir kadın istemez. Ama yine o erkek, büyük olasılıkla, evinde oturup çocuğuna bakacak iyi aile kızı arıyor. Kızların bazıları da bu duruma pek karşı çıkmıyor. Sonuçta, çalışma hayatının kahrını çekmektense evde çocuğuna bakmak daha kolay geliyor. Çocuklar büyüyünce de bunca yıl çalışmadım, artık çalışamam diye işin içinden sıvışıyorlar. Ya da tersi, erkek böyle istediği için onun emirlerine uyup böyle bir yaşam kuruyorlar.

Günümüz vahşi kapitalist dünyasında işler daha da vahim. Kadınlar ellerine geçen birkaç hakla erkekleri süründürmekle meşguller. Ama erkek, kızı kendisine bağladı mı işler tersine dönüveriyor. Sokağa çıkıp yoldan geçen 100 kıza nasıl bir adamla evlenmek isteyeceğini sorarsanız, eminim ki çoğu evi olan, araba sahibi, iyi bir işe sahip bir prototip çizecektir. (Burası tecrübeyle sabittir.) Şimdi söz konusu kız, erkeği seçerken binbir naz yapıyor, işte görkemli hediyeler, yemekler falan. Ama yüzük takılınca iş bitiyor, adam aldatsa da “O erkektir, yapar.” ya da “Çocuklarım için katlanıyorum.” geyikleri dönüyor. Sonra da bir istatistik uzmanı çıkıp “Boşanmalar son yıllarda pek arttı.” açıklaması yapınca kıyamet kopuyor. Neden acaba?

Tabii bir de her boşanan kadına, kötü kadın etiketi yapıştırma huyumuz var. Ama o, geleneksel bir hastalık, zamanla tedavi edileceğini umuyoruz. Fakat konumuz o değil. Kadının neden böyle maddi evlilikler peşinde koştuğu. Çalışan kadınlarda da durum bence aynı. Tek farkı, hata görünce direkt mahkemeye başvurmaları. Çeşitli sosyologlar, buna doğacak çocuğunu koruma içgüdüsü (iyi bakım, vs.) diyebilir, bana saçma geliyor. Eğer bir evlilik sadece maddiyat üzerine kurulmuşsa o birlikteliğin ürünü ne kadar sağlıklı olabilir ki? Çocuğun her şeyden çok sevgiye muhtaç olduğu her şeyden öte bir gerçek varken birbirine aşık olmayan iki insanın çocuğu nasıl, aşık bir ana-babanın çocuğundan daha sağlıklı olabilir? Çocuğu da bırakın, bir insan nasıl hayatı boyu sadece eşinin maddi durumu iyi diye bir evliliğe katlanabilir? Benim aklım almıyor doğrusu.

Peki kadın çalışmalı mı? %100 evet. İstemese de çalıştırılmalı. Neden? Öncelikle, dediğim gibi bir kadının bir erkekten fazlası ve ya eksiği yoktur. Bir evlilik iki kişiden kurulduğuna göre ve kadın da bu kurumun %50 ortağı olduğuna göre erkek çalıştığına göre o da çalışmalıdır. Peki çalışmasa ne olur? Bir kere kocasından para istemesi gerek. Her yaptığı işi, sanki efendisi gibi kocasına açıklaması gerek (Zaten mantıklı bir evlilikse her iki taraf karşısındakine sorumlu olur.), kocasının fazladan hak durumu ortaya çıkar. Bir kere kadın çalışmalıdır ki, yanlış bir durumda kendini savunacak dayanağı olsun. Mesela ben evlendim ve büyük bir hata yaptım (aldattım diyelim), karımın benle sadece param için evli kalması beni daha çok üzer. Düşünsenize, yaşlanıyorsunuz ve eşiniz size gelip “Ben senden nefret ediyorum ama evli kalmak zorundaydım.” diyor, sizin içiniz yanmaz mı? O kişinin harcanan onca yıllarını ödeyebilecek misiniz, vicdanınızda? Bir kadın benle beni sevdiği için evlenmeli ve sevdiği için evli kalmalıdır. Tersi durumda, hukuki olarak o kuruma evlilik dense de, benim gözümde evlilik olmaz. Tabii, tersi de geçerli olmalı. Bir erkek bir kadınla sevdiği için evlenmelidir. Yoksa, bu kız, çocuğuma iyi annelik yapar, iyi aile kızı diye değil.

Bir de biraz erkek olmaktan kaynaklanan bir düşüncem var: Çalışmayan kadın bütün gün evde oturduğundan, doğal olarak erkek işten gelince dırdıra başlar. Bir kadın bunu anlamayabilir ama inanın kötü bir şey. Bir de şu var tabii, iki kişi de çalışırsa ev işleri de müşterektir. “Ben erkeğim, iş yapamam.” mazereti geçersizdir. Bir erkek olarak bunu da kabul ediyorum. Ama hala anneleri tarafından bu tarz yetiştirilen erkek çocukları mevcut, orası ayrı. Dolayısıyla madem erkek ile kadın hayatın her alanından eşittir, bu uygulamaya da geçmelidir. Kadın evde oturup dırdır da yapmamalıdır, erkek de ben çalışıyorum diye evde yan gelip yatmamalıdır.

Çalışan kadın mevzu bahis olunca hemen şu konu ardından tartışmaya açılıyor. Peki çocuk ne olacak? Modern tercümeyle “Hem kariyer, hem çocuk” mevzusu. Ben çalışan bir annenin oğluyum. Annem hem ablamı hem beni çalışarak büyüttü. Evde her zaman temizdi, yemek de yapardı, hatta mahalle pazarına kendi çıkardı. Hiçbir zaman bir eksiğimiz olmadı. İşte eskiden anneler bütün zamanlarını çocuklarına ayırırmış. Siz öyle mi zannediyorsunuz? Anneler güne gider, eline de bir parça yiyecek tutuşturur, sokağa salar. Çoğu ev kadını böyle yapıyor. İstisnalar her zaman mevcuttur. Artık 21. yüzyıldayız, beyler, bayanlar. Hayat hızlı yaşayanın elinde kalıyor. Çocuk ne kadar bu hızlı hayata alışırsa o kadar iyidir. Bunun da yolu doğru eğitimden geçer. Sağlıklı bir kreş çocuğu her zaman hayata daha iyi hazırlar. İlkokul fobisinden de kurtulur, başta paylaşma olmak üzere, sosyal yönleri de hızlı gelişir. Böyle bir çocuk da bu vahşi dünyaya daha iyi uyum sağlar. Şahsen ben çocuğuma gerekli eğitimi verecek, ona sevginin yanında kültürlü bir hayat da aşılayacak bir kadını tercih ederim. Evde oturup güne giderken çocuğu sokağa salanı değil.

Umarım düşüncelerimi fazla aykırı bulmuyorsunuzdur. Hoş, bulursanız, kapım açık, her zaman tartışılabilir. Sizin düşüncelerinizi de merak ediyorum.

1 yorum:

uzoyo dedi ki...

arkadaşımızın söylediği düşüncelere katılmamak elde değil doğrusu ki kendisiyle bu mevzuları uzun solukları tartışmışızdır kimi zaman, kendisi sadece bu düşüncelerini özet olarak geçmiştir yazıya. kendisinden bu konuyla ilgili ikinci bir yazı bekliyorum ve ona üstad Necip Fazıl'dan bir beyit gönderiyorum:

Kadından kendinde olmayanı isteriz
Hasret yerinde kalır ve biz çeker gideriz