15 Mayıs 2007 Salı

Shortbus Üzerinden 21. Yüzyıl Cinselliği

Bazıları ısrarla kabul etmese de 21. yüzyıl, cinselliğin açıkça yaşandığı bir yüzyıl. Eşcinseller kimliklerini özgürce açıklayabiliyor, kadınlar nasıl orgazm olacaklarını doktorlarıyla tartışabiliyor, erkekler ise Viagra’larını özgürce kullanıyorlar. Çocuklar bile prezervatifin ne demek olduğunun az çok farkında.

Böyle bir yüzyılda bazı unsurların tabu kalması bana biraz saçma geliyor. Mesela Babel filmini kız arkadaşı ile izlemenin sakıncalı olduğunu düşünenler var. Neden? Japon aktrisimiz organını gösteriyormuş. Vah vah! Hâlbuki filme giden kız böyle bir şeyin olduğunun farkında değildi! Şimdi Babel porno filmi statüsüne mi giriyor? O zaman bütün filmleri siyah kaplar içinde satmalılar. Tabii, herkesin görüşü farklı olabilir ama bu tarz saplantılar saçma geliyor. Çünkü o filmin amacı bambaşka, filmi sadece cinsel sahneleri ile değerlendirmek ne kadar mantıklı ki?

Benim asıl değinmek istediğim John Cameron Mitchell’ın 2. uzun metraj çalışması olan Shortbus filmi. Muhafazakâr çevreler filme porno etiketi yapıştırmakta gecikmedi. Zaten film Singapur’da yasaklandı. Filmi daha önce duymamanız olası çünkü İstanbul Film Festivali’nde gösterildi sadece. Gece 2’de gösterildiğinden meraklıları hariç ilgi gösteren pek olmadı. Hiçbir Türk dağıtımcının da filmin haklarını satın almaya cüret edebileceğini zannetmiyorum. Doğal olarak film otomatikman Türkiye’nin gündeminden çıkıyor. Tüm bunlar filmin çok etkileyici olmasını etkilemiyor tabii. Film, bence küçük bir başyapıt.

Filmin ilk 10 dakikasını izlediğinizde siz de filme değişik yaklaşabilirsiniz, bütününü izlediğinizde fikirleriniz tamamen değişecek. Bir çift terapistinin orgazm olamama sorununu ana eksenine yerleştiren film, cinselliğin hayata etkiyen izdüşümlerini inceliyor. Tüm karakterlerini filme de adını veren Shortbus adlı barda (bar da denemez aslında ya) buluşturuyor. Bu mekânda her türlü cinsel aktivite serbest, sadece üyeler ve üyelerin davet ettikleri kişiler girebiliyor. Her oda da farklı bir aktivite mevcut. Mesela bir odada canlı müzik eşliğinde içkinizi içebiliyorsunuz, diğer odada üyelerin çektiği filmlerin gösterildiği film festivali var, diğer tarafta kadınlar sohbet ediyor, başka bir odada da grup seks yapılıyor (tamam, burası çok abartılmış). İşte böyle bir mekânda karakterlerimiz hayatlarını etkileyecek sınavlardan geçiyor. Gay bir çift olan Jamie&James’in dışa açılma sorunları var. Daha doğrusu James, filmin ortasında açığa çıkan mutlak planına doğru yol alırken Jamie’yi planın sonuçlarına hazırlıyor, çaktırmadan. Terapistimiz sorununun nedenlerini araştırırken de bir fahişe hayatın amacını arıyor.

“Ne sapık film” dediğinizi duyar gibiyim. Kötü çekilseydi muhakkak öyle olurdu. Yalnız film o kadar doğal ve samimi ki hiçbir şekilde itici gelmiyor. Tam tersine filmin içine kolayca girebiliyorsunuz ve o havayı teneffüs edebiliyorsunuz. Gerek diyaloglar gerekse olaylar o kadar hayatın içinden ki bırakın itici olmayı bir an için perdeden çıkıp önünüzde oluyor. Sanki yürüyüp elinizi uzatsanız karakterlere dokunacaksınız. Film, aynı zamanda bir 11 Eylül filmi. 11 Eylül sonrası New York insanının travmatik hali hakkında başarılı saptamalarda bulunuyor. En küçük arızadan (elektrik voltajının gidip gelmesi gibi) korkan insanlar topluluğu örneğinde görüldüğü üzere. Yani film, asla cinselliği kullanmıyor, tersine onun üzerine saptamalarda bulunup bu yüzyılın önemli sorunlarından biri haline gelen bu probleme çözümler üretiyor. Sonuçta AIDS hala çağımızın en önemli hastalığı ve binlerce kişi iktidarsızlıktan kıvranıyor. Sizce bunlar da hayatın bir parçası değil mi yoksa hala tabu olarak görülüp sakınılması gereken düşünceler mi?

Filmin başarısında aslan payı filmin senaristi, yapımcısı ve yönetmeni olan John Mitchell Cameron’a ait. 2001 yılının gözde bağımsız filmi Hedwig and the Angry Inch’in (bu film de ülkemize uğramadı ama yurtdışında küçük çapta fırtınalar kopararak kült mertebesine erişti) yönetmeni olan Cameron, yine radikal bir işe imza yapıyor ve bunu da sinema kriterleri çerçevesinde hakkıyla yapıyordu. Doğrusu 2 filmiyle resmen usta mertebesine ulaşabilecek işler başardı. Tıpkı ilk filmde olduğu gibi animasyon sahnelerine yer veren Cameron’un en önem verdiği unsur ise müzik. Shortbus’ın ses kaydında (soundtrack) enfes şarkılar mevcut. Bilhassa filmde de doruk noktası teşkil eden Justin Bond’un icra ettiği ‘In the End’ defalarca duymaktan sıkılmayacağınız, sizi ferahlatacak bir parça. Film diğer önemli ayağı ise neredeyse tüm oyuncularının amatör oluşu ve çoğunun filmdekine benzer bir hayat tarzına sahip olması. Öyle ki filmin sonunda ibaresini gördüğümüz ‘Senaryo kadro ile ortak yazılmıştır’ cümlesi daha iyi açıklıyor her şeyi. Filmin doğallığındaki belki de en önemli şey bu unsur.

Filmi izledikten sonra belki de cinselliği dair önyargılarınız değişecek. Onları onaylamasanız bile, hoşgörü ile yaklaşıp onların da birer insan olduğunu göreceksiniz. Belki de bizden bile daha çok acı çeken, incinen ve eğlenen insanlar. Hayatın farklı bir açısıyla karşılaşmak daha iyi bir film bulamazsınız.

Hiç yorum yok: