15 Mayıs 2007 Salı

Venüs

Açıkçası filme girerken bu kadar başarılı bir film izleyeceğimi düşünmüyordum. Peter O’Toole’a duyduğum minnet duygusuydu, gitme sebebim. Dile kolay adam 8 kere Oscar adayı oldu ve hiç kazanamadı. Film biterken içimi ferahlatıcı bir his kapladı. En kısa zamanda İzmir’e gidip dedemi görme isteği uyandı içimde. Bu yoğunlukta nasıl olacak, o da ayrı mesele.

80’e merdivenini dayamış bir aktörün son günlerini izliyoruz. Hiçbir zaman hayata küsmemiş biri, hala hayatla mücadele halinde. Hala oyunculuk yapıyor, her ne kadar –kendi deyişiyle- ceset rollerinde tekel olsa da! Her gün 2 eski arkadaşıyla bir cafede sohbet ediyor. Tiyatroya gidiyor, kim bilir kaç yıl önce terk ettiği karısını ziyaret ediyor. Bu arada her ne kadar iş işten geçmiş olsa da, kadınları çok seviyor. Belki de bu yüzden en iyi dostunun bakıcısına kur yapıyor. Onunla ilgileniyor ama o da farkında ki onun çağı geride kalmış. Buna rağmen pes etmiyor, çabalıyor, belki de tek bir öpücük için...

O kadar hafif ve sürükleyici bir hikaye ki izlemeye doyamıyorsunuz. Çok samimi ve içten. Hayata dair enfes diyaloglarla dolu. Mesela:

Maurice: Çoğu erkek için, kadın vücudu hayatında gördüğü en güzel şeydir.

Jessie: Peki kadınların görebileceği en güzel şey nedir? Biliyor musun?

Maurice: İlk çocuğu!

Ne kadar doğal değil mi? Aynı derecede komik ve düşündürücü. Bütün kadronun enfes oyunculuğu ama büyük şef Peter O’Toole’un öne çıkan performansı görülmesi gerek. Benim izlemeye doyamadığım Notting Hill’in yönetmeni Roger Michell’ın sade yönetimi ve uyumlu şarkılarla keyfine doyulmaz bir seyirlik.

Hiç yorum yok: